Ana içeriğe atla

Avcı Mehmet

Anlatacağım bu Avcı Mehmet, 4. Mehmet veya ava düşkünlüğünden dolayı kendisine Avcı Mehmet adı verilen, altı yaşında 19. Osmanlı padişahı olmuş, Kanuni'den sonra 39 yıl padişahlık yapmış Avcı Mehmet değil. Bu Avcı Anadolu'nun saf çocuğu bizim Mehmet Avcı.

Bitmez ve tükenmez bir enerjiye sahip. Kendi enerjisini kendisi ürettiği gibi ürettiği enerjiden karşı tarafa da verir.

Olduğu yerde uzun süre durmayı sevmez. Onu bir yerde durdurabilene aşk olsun. Kah orada kah burada. Uzaktan görüşme esnasında otururken bile çat çut sesleriyle sabit ve sakin durmadığı gözlerden kaçmaz. 

Kah yürüyüş yapar kah motora biner kah taksiye. 

Onu bir yerde bırakırsın ama o başka bir yerden çıkar. 

Ömrü çalışarak geçmiştir hala öyle. Evinin önündeki bahçesi, onun gazını alıyor yoksa onu evinde tutmak meseledir. 

Eş, dost, komşu, arkadaş ziyareti günlük yapması gereken görevlerinden birisidir. Ya birilerini ziyaret eder ya da peşine takar eve misafir getirir. Ulaşamadığı kişileri de sırayla günlük arar. 

Hatay Erzin'i mesken edinmiş ama bir bakmışsın Aydın'da bir bakmışsın Mersin'de bir bakmışsın Osmaniye'de bir bakmışsın Konya'da. Kısaca bir Hanya’da bir Konya’da.

Karakola gitmişliği, hapis yatmışlığı bile var. Yok yok onun hayatında. 

Her gittiği yer maceradır onun için. 

Her yerde tanıdığı birileri vardır. Hiçbirini de unutmaz. Ya ziyaret eder ya da telefondan arar. Halini hatırını sorarak hatır bilir, gönül alır. Bir yerde hiç tanıdığı yoksa yeni birileriyle tanışır. O tanıştığı kimse bundan sonra başına gelecekleri düşünsün. Zira peşini bırakmaz, belirli periyotlarla arar durur. 

Çevresi de pek geniş. İlahiyattan 5-6 dönem öncesini, dönemini ve sonrasını bilir. Kaçıncı dönem olduğunu, okulu kaç yılda bitirdiğini kendisinin de bildiğini sanmıyorum. 

Hareketinden, fikir dünyası da nasibini almıştır: Gençliği ülkücü, ilahiyat dönemi İrancı, cumasızlık dönemi de olabilir. Şimdi de ehlisünnet çizgisinin yılmaz savunucudur. Bu yönüyle de Kayserili Toprağını pek kızdırıp. Bir savunduğu daha var: Partisi. Daha doğrusu liderini. Ona düşman olanları düşman bilir. Düşmanlığı da hep dilinde. Merhametinden karıncayı bile incitemez.

Konya onun ikinci evi diyeceğim ama bana öyle geliyor ki birinci evi gibidir. 

Hasbi biridir. Kimseden bir şey beklemez. Hep verendir. Maddi, manevi ve yüreğini. Herkesin derdiyle dertlenir. Yük olmaz, yük alır.

Hareketi sevdiği gibi muhabbeti de sever. Nereye gitmişse tüm tanıdıklarını bir yerde toplamayı iyi becerir. Eli kanda da olsa yapar bunu. Her yere gittiği gibi misafir geldiği yere  misafir alarak onları ev sahibi gibi ağırlar.

Ne zaman Erzin’den Konya’ya gelecek olsa arabanın içini ve bagajını siparişlerle doldurur. Kim ne isterse getirir. Gelirken bahçesinde ne varsa ikram etmek için ortaya döker. Onun hareketi demek bereketi demektir.

Derdi var mıdır, yok mudur bilmiyorum ama insan olup da derdi olmayan yoktur. Buna rağmen yüzünde hiç gülmesi eksik değil. Hep pozitiftir. Herkese de bu pozitif enerjisinden dağıtır.

Bu kadar hareketine rağmen niçin kilolu ve göbekli olduğu düşündürücü. Çünkü ters orantılıdır. Yine bu kadar hareketine rağmen kitap okuduğunu söylemesidir. Ne ara okur, bilinmez. Kitapların dili olsa da bir söylese. Yine okuduğu kitapların bilgisini bugüne kadar sır gibi saklıyor. Tek paylamadığı da budur.

Erzin’in depremden etkilenmemesinde onun denge unsuru olarak ağırlığının payı olduğu düşünülmektedir.

İşte bizim Avcı böyle biridir. İleride uzmanların bu kişiliği; hareketine, bereketine, güler yüzüne, içtenliğine, doğallığına, muhabbetine, hasbiliğine, dağıttığı pozitif enerjisine ve kilosuna dair inceleme için bir çalışma başlatacakları beklenmektedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde