Ana içeriğe atla

Depreme Meydan Okumuş Bir Bina


"Binlerce evin yıkıldığı Hatay’ın Antakya ilçesinde binlerce ev ve etrafındaki tüm evler yıkılmasına, yanındaki evin devrilip üzerine yan yatmasına rağmen 30 yıllık zemin artı 4 katlı bir apartman ayakta kaldı. Binanın balkonundaki saksıların bile düşmemesi dikkat çekti."
(Milliyet)

Milliyet’in verdiği bilgiye göre depremde ayakta kalan bu binanın eski sahibi sosyal bilgiler öğretmeni Mahmut Aytaç. 4 kardeşiyle birlikte inşa etmişler binayı.

Öğretmenin depremde yıkılmayan binasıyla ilgili Milliyet gazetesine anlattığı açıklamasına aşağıda yer veriyorum:

Binayı yaparken temele 2 kat beton döktük. 2 kat daire parasını biz toprağa gömdük yani.

Onun üzerine 30 kolon attırdık. diğer kısma da 30 olmak üzere toplam 60 kolon attık oraya biz. Belki bina, ‘7-8 büyüklüğünde depreme dayanır. Ama biz daha sağlam istiyoruz’ deyip asansör boşluğunun yerine de beton perde ördük. 2 daireyi birbirine bağladık ortadan.

1983’te başladık biz bu apartmanın yapımına, 1992’de yapımını bitirdik. 1993’te taşındık. 30 yıllık bina.

Binanın demirlerini aldığımız demirci o dönem bize şunu söyledi; ‘Bak hocam ben 40 yıllık demirciyim. Ben daha böyle demir bağlamadım. Daha böyle beton dökmedim. Bu apartmanda 9 şiddetinde deprem de olsa bir çatlak dahi oluşmayacak. Çökmez bu apartman, onun için deprem olursa olsun evden çıkmayın.”

10 dairede yaşayanları kurtardık diyen Aytaç, şunları söyledi: “Binayı sağlam yaparak, en azından oradaki 10 dairedeki yaşayanların hayatını kurtardık. Yan tarafında yıkılan binaları bir çukur kazıp hiç temel atmadan yaptılar. Ama tüm uyarılarımıza rağmen kız kardeşim Fethiye Yaldız, daha lüks daha gösterişli bir ev alıp taşındı. Taşındığı bina çöktü. Eşiyle birlikte hayatını kaybetti.

Orada olsa şimdi yaşıyor olacaktı. Abim ekonomik sıkıntıdan sattı. O da Hatay’daki Defne sitesinden aldı ama o evde çok ağır hasar aldı oturulmaz orada artık.

Ben de 6 sene önce İstanbul’a taşındığım için evimi sattım.

Buradan da yine araştırarak depreme dayanıklı sıfır ev aldım. Arkadaşıma sattım bu evi ona da dedim ki ‘bir deprem olursa bu evden çıkma. Otur evinde rahat rahat, ben oturdum. Ben evime güveniyorum’ dedim.

30 yıllık bina denmiş ama inşaata başladıkları 83 yılını baz alırsak, şiddetli depremde yıkılmayıp sapasağlam ayakta kalan bu bina 40 yıllık bir ev.

Bina, günümüz anlayışıyla çok çok eski bir ev. 2007, 2017 deprem yönetmeliklerinden habersiz 80’li yıllarda müteahhit eli değmeden bir başlarına yaptıkları bu binanın günümüz anlayışına göre ayakta kalmaması, depremde un ufak olması gerekir.

Ayakta kalan bu bina tüm devlet yetkililerine, mühendislere, müteahhitlere ve bizlere örnek olması lazım. Bir öğretmen olmasına, maddi yönden çok zengin olmamasına rağmen aile, binayı ve temelini sapasağlam yapmak için hiçbir maddiyattan kaçınmamış. Evin inşaatının 10 yıl sürmesi de öyle zannediyorum, kıt kanaat imkanlarını göstermektedir. Yeter ki bir an evvel başımızı sokacak bir evimiz olsun deyip alelacele bir ev yaparak masraftan kısıp tasarruf yoluna gitmemişler. Dört başı mamur bir ev yapmışlar. İki katın parasını temele gömdük demesi de bunu gösterir.

Yaptıkları masrafa değmiş bence. Binada oturan hiçbir kimsenin burnu dahi kanamamış. Bu aile, bu öğretmen bizlere deprem ülkesinde nasıl ölünmeyeceğini, depremin değil, yaptığımız binanın bizi öldüreceğini, depreme dayanıklı evler yaptığımız takdirde enkazda kalınmayacağını, masraftan kaçınarak çürük ve temelsiz evlerin bizlere mezar olacağını, kar amacı gütmeyen ve masraftan kaçınmadan yapılacak evlerin depreme meydan okuyabileceğini bizlere göstermiş oldu. Demek ki bilimin gereğini yapmış, kader dememiş, kaderin bir kader olan depreme tedbir almak olduğuna yani tevekkülün ne olduğunu uygulamayla göstermiş bize.

Sonuç olarak sağlam zemin ve sağlam bina demek suretiyle sağlam vücudun en güzel örneğini bize vermiş oldu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde