Ana içeriğe atla

Fetvalara Dikkat!

Fetvalar din değildir, dini bir görüştür. Sosyal hayatı kolaylaştırmak için kendisini bu alanda yetkin gören kişi ve kişilerin Kur'an ve sünnetten hareketle bir çıkarımıdır. Dinin kendisini bağlamaz. Bir yönetmelik mesabesinde işlev görür.

Verilen fetvaların ayet ve hadise aykırı olmaması esastır. Fetva bir çıkarım olduğuna göre verilen fetvada isabet olabildiği gibi olmayabilir de. İsabet edene uyulurken isabet etmeyene uyulmaz. Verilen fetvaya uyup uyumama konusunda kişilerin vicdanlarına sinip sinmemesi de önemlidir.

Fetvalar da ihtiyaç ve şartların değişmesiyle birlikte değişebilir. Fetva değişir mi demeyin. Esas değişmemesi ilginç olur. 

Verilen fetvalar da dini hassasiyeti olanları ilgilendirir.

Fetvalar, her ne kadar kişilerin kendini bağlasa da bu fetvalardan her düşüncedeki insan haberdar olabiliyor ve çoğu zaman da verilen fetvalar tartışma konusu olabilmektedir. Tartışmadan da geçtim. Gereksiz gündemde tutulması birileri tarafından "İşte din bu" propagandası yapmasına zemin oluşturmaktadır. O yüzden fetva verirken;

Fetvayı ehil eller ve halkın güvenini kazanmış komisyonlar vermelidir. Kendini ne kadar ehil görürse görsün, tek kişinin verdiği fetvalardan ziyade komisyon marifetiyle verilen fetvalar tercih edilmelidir. Komisyonda ayet, hadis ve geçmiş müktesebattan delil getireceklerin yanında o konuyla ilgili konusunun uzmanları da komisyonda yer almalıdır. Yani komisyon sadece ilahiyat sahasında uzmanlaşmış kişilerden müteşekkil olmamalı.

Komisyon, sorulan sorunun tuzak soru olup olmadığını, bir ihtiyaca binaen sorulduğu incelemelidir. Tuzak soru olduğu kanaatine varılırsa o soruyu gündemine almamalıdır ya da tuzağa düşülmemelidir.

Fetva verirken geçmiş fetvayı tekrar hatırlatma yoluna gitmemelidir. O fetvanın günümüzde ihtiyaçları giderip gideremeyeceği gözetilmelidir.

Verilecek fetvanın efradını cami, ağyarını mani olmasına özen gösterilmelidir. Toplum yapısını, ihtiyaçları çözüp çözemeyeceği vs. dikkate alınmalıdır. Fetvanın anlaşılması için gerekirse gerekçe yayımlama yoluna gidilmelidir. Gereksiz ayrıntıya girilmemelidir. Çünkü çoğu zaman verilen fetvaların detayı tartışma konusu yapılmaktadır. Mesela depremde ailesini kaybeden çocukların evlat edinilmesi hususunda, bu tip sahipsiz çocukları alıp yetiştirmede bir sakınca olmadığı, çocuğun nesebinin korunması şeklinde bir fetva yeterlidir. Baba diyemez, miras bırakamaz, ileride evlenmelerinin önünde bir engel yok gibi uzatmalar gereksizdir. Çünkü zamanı değildir. Şu anda elzem olan bu çocuklara kol kanat gerilmesi fetvasının verilmesidir. Önce çocuğu birileri evlat edinsin, çocuk büyüsün, evlenme çağına gelsin. Ondan sonra muhtemel sorunlara dair fetva verilsin. Bu gereksiz teferruat doğmamış çocuğa fon biçmek gibidir. Zaten gelen tepkiler üzerine verilen bu fetva kaldırılmıştır.

Yine fetva ile günümüz medeni hukuku ve kanunları çelişiyorsa, bu konuda medeni ve geçerli hukuk şu şekildedir. Verilen fetva ayet ve hadis çerçevesinde verilmiştir. Ayrıca kanun yerine geçmez. Meraklılarını bağlar. Doğrusunu Allah bilir denmelidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde