Ana içeriğe atla

Ne de Çok Seviyoruz Fâsık Olmayı!

Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 6) ayetini bilmek için dini tedrisat yapmaya gerek yok. Çünkü bu ayet hutbede, vaazda, kürsüde, hemen hemen her yerde söylene söylene hepimizin belleğinde iyice yer etti. Genelde de asparagas haber ortaya çıktığında, hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığımız bir konuyla ilgili kişilere suç isnat edildiğinde hemen bu ayeti okuruz.

Nedense okumakla kalıyor, ayetin gereğini pek yerine getirmiyoruz. Bunu bile bile bir nefer gibi algı savaşının içerisinde yerimizi alıyoruz. Kimin kim olduğuna bakmadan birileri tarafından hazırlanıp servis edilen, kişi ve bir grubu hedef alan paylaşımlar yapıyoruz. Paylaşımlarla da kalmayıp kişilerin geçmiş durumlarını da piyasaya sürüyoruz. Bunu yaparken elimizde bir mahkeme kararı var mı, ilgili kişiler hakkında bir suç duyurusu yapılmış mı, savcılık ilgilileri hakkında bir iddianame hazırlamış mı demiyoruz. Vuruyoruz da vuruyoruz. Tüm bunları yaparken masuniyet karinesini de bir tarafa bırakıyoruz. Beraatı zimmet asıldır sözü yine Hucurat 6 gibi sadece dilimizde.

Aslı astarını bilmeden, kişileri hedef alan ve töhmet altında bırakan paylaşımları yapma konusunda fikri, zikri, düşüncesi ve meşrebi ne olursa olsun, istisnaları hariç tüm kesimler iyi sınav vermiyor. Maalesef isnadı, iftirayı, algıyı her kesimden yapanlar çok. Parçadan hareketle toptancılıkta zaten üstümüze yok. Bunun vebal ve günah olduğunu, yakışık almadığını bilmek için dindar, mütedeyyin olmaya da gerek yok. Her kesimden birilerinin yaptığı, bu uğurda her şey mubah parolasıyla hareket etmektir.

Diyelim ki dini hassasiyeti olmayanların günah ve vebal diye bir endişeleri yok. Kendisini dindar ve mütedeyyin olarak tanımlayan, Müslümanlığı kimseye vermeyen; orta, lise ve üniversitede dini tedrisat yapmış, Hucurat 6. ayetin metnini orijinalinden ezbere okuyan, ayetin nüzul sebebini de bilen, ağzından ayet ve hadisi düşürmeyen kesimin içerinde aslı astarının ne olduğunu bilmeden kişi ve gruplar hakkında algıya yönelik o kadar paylaşım yapan var ki bunları görünce insanın küçük dilini yutası geliyor. Sen de mi Brütüs diyorsun. Hem savcı hem hakim hem avukat rolünde görev yapıyor. Sosyal medya üzerinden insanların kalemini kırıyor. Günah nerede kaldı, vebal nerede kaldı, bu ayet nerede kaldı.

Öyle zannediyorum, bu konuda kitabi bilgiye sahip olanların vebali daha büyüktür. Bildiklerini uygulamadıklarından dolayı da ilaveten sırtlarına kitap yüklemiş oluyorlar. Vah yazık...

Tüm bu algıya yönelik savaşın içine dalanlar, bu işi yaparken kişileri geçmiş yaşantısıyla vuruyorlar. Bakın şimdi böyle gördüğünüz kişi, geçmişte şunu yaptı diyorlar. Böyle yaparak, sizin şimdilerde güvendiğiniz bu kişi dolandırıcının ve sahtekarın biriydi mesajını vermek istiyorlar.

Diyelim ki hakkında paylaşım yaptığımız kişi ya da kişiler, geçmişte her türlü kötülüğü yapmış hatta yargılanıp mahkumiyet bile almış olsunlar. Bir insan geçmiş yaptığı hatalarıyla, yanlışlarıyla ve suçlarıyla yüzleşmiş, bir daha asla deyip nasuh tövbesiyle tövbe etmiş, yüzde yüz değişmiş ve geçmişe sünger çekmiş olamaz mı? Böyle olabileceğini birileri yine çok iyi bilir. Bilir de bir savaş yaptıkları için bu uğurda her şeyi mubah görürler. Bunun için seve seve fasık bile olurlar. Hoş, fâsık olmayı kabul etseler, yine de gam yemeyeceğim. Çünkü en azından yaptıklarının doğru olmadığını biliyorlar diyeceğim. Yazık gerçekten.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde