Ana içeriğe atla

Devlet Olmasını Tamamlamış Devletle, Tamamlamamış Devlet Arasındaki Fark

Kurallarını koymuş, koyduğu kurallar kişilere göre değişmeyen, kuralların uygulanıp uygulanmadığını sürekli denetleyen, kurallara uymayana ağır yaptırımlar uygulayan, kurallara uymayanlara af getirmeyen ve görmezden gelmeyen, aksayan kuralları olumlu yönde değiştiren, işleyen bir sistemle yönetilen ülkelerde sosyal hayat tıkırında ilerler. Herkes kurallara uymakla yükümlü olduğuna göre kimse sistemden şikayetçi olmaz, değiştirme yoluna gitmez, bunda bir adaletsizlik görmez. 

Çünkü konan kurallar vatandaşın ve devletin lehinedir.

Böyle devletlere kural devleti diyebiliriz. Ülkenin huzur, sükun ve güvenliği için konan bu kurallara uymayanlara karşı vatandaşın duyarlı olması, devletin de gereğini yapması, kural tanımayanlara göz açtırmaması devlet olmanın gereğidir. Bu durum devletin yıpranmasının önüne geçtiği gibi keşmekeşliği önlediği için devletin ömrünü de uzatır. 

Böyle ülkelerde vatandaş bilir ki ülkesinde kuralsız ve kurala aykırı bir şey yapanın yanına kar kalmaz. Çünkü her şey yerli yerinde yapılmıştır. Bir eve başını sokmuşsa bu ev depreme dayanıklı mı yoksa bir depremde yıkılır mı diye endişe etmez. Deprem olduğu anda evden çıkmaya gerek duymaz. Evinde bekler. Çünkü binanın tüm yapım aşaması ilgili kurumların denetiminden geçmiştir. Depremden sonra kurtarmak için kimseyi ve devleti beklemez. Devlet de gelmez. Yardıma ihtiyaç duymaz. Nerede bu devlet demez. Çünkü ne evi yıkılmıştır ne barkı. Ne mal kaybı olmuştur ne de can kaybı. Bilir ki saniyeler süren ve yıkıma yol açmayan depremin ardından sosyal hayat kaldığı yerden devam edecektir.

Daha devletleşmesini tamamlamamış, çıkardığı kuralları olur olmaz değiştiren, koyduğu kuralların uygulanıp uygulanmadığını gereği gibi denetlemeyen, her şeyin kitabına göre değil de kitabına uydurulduğu, kural tanımazlara bir şeyin yapılmadığı, yapanın yanına kar kaldığı ülkelerde ise kahir ekseriyet bir deprem olduğunda dışarı atabilen evin dışına atar kendisini. Çünkü bilir ki oturduğu ev güvenli değil ve depreme dayanıklı değil. Bu şekil kaçabilen kaçar, kaçamayan ya enkaz altında kalır ya da hafif veya ağır hasar almış bir evden çıkar. 

Bu tür ülkelerde her deprem bir kıyamet sahnesidir. Bir can pazarı yaşanır. Mal ve can kaybı had safhada olur. Devletiyle, milletiyle bir seferberlik hali başlar. Devlet arama kurtarmaya ve yaraları sarmaya, vatandaş da elinden gelen yardımı yapmak için harekete geçer. Ülke olağanüstü hayat yaşar. Devlet, tüm kurum, kuruluş ve yetkilileriyle soluğu deprem bölgesinde alır. Tüm görevli ve gönüllülerle enkazdan canlı kurtarma çabasına girilir. Kimi kendi imkanlarıyla kimi çevrede imdada gelenlerin yardımıyla kimi de görevlilerin yardımıyla enkazdan yaralı ve canlı kurtarılır. Şu bir gerçek ki arama ve kurtarmada ne kadar hızlı hareket edilirse edilsin, bu gibi ülkelerde enkazdan daha çok ölü çıkarılır. 

Umutla yakınlarının sağ çıkarılmasını bekleyenler zaman geçtikçe ölüsüne bari kavuşalım, usulüne uygun defnedelim beklentisi içerisine girer. 

Tüm bu hengamede devleti yanında gören sağ ol, var ol devletim derken yeterince yardım ve destek alamayan ise nerede bu devlet, böyle günde de yanımda olmayacaksa, ne zaman olacak eleştirisini getirir. 

Depremi bizzat yaşamayan üçüncü grup ise devlet vardı, devlet yoktu tartışmasının tarafı olur. 

Hasılı bu ülkelerde depremden önce depreme hazırlık amaçlı yapılmayan masraf, deprem esnasında ve yaraları sarıp sağ kalanlara yeni ev yapıncaya kadar devam eder. Bu durum bazen yılları bulabiliyor. Yani binleri enkaza ve milyarları toprağa gömdükten sonra masraf yapılır. Bu da daha fazla maliyet demektir. Bir ülkenin milli hasılasını beyhude harcamak ve çarçur etmek demektir. 

Bu gibi ülkelerde depreme hazırlık olmaz. Deprem esnasında yardıma koşulur. Niçin böyle olduk denemez. Çünkü zamanı değildir. Bu tür konuşmalar depremden sonra yapılır denir. Depremden sonra da konuşulmaz. Kolay kolay kimseden hesap sorulmaz. Halkın gazını almak için üç, beş günah keçisi bulunur, o kadar. Hiçbir istifa olmaz. Kimse bedel ödemez.

Bu ülkelerde devlet, deprem anında en hızlı şekilde deprem bölgesinde yer almışsa devlet görevini yapmış sayılır. Eleştirenlere önceki depremlerde devlet kaç gün geç müdahale etti denir. Yani devletin depreme koşması bir marifet bir lütuf gibi görülür.

Bir sonraki depremde yine bildik sahneler. Maalesef devlet olmasını tamamlayamayan devletlerin durumu budur. Çünkü günübirlik yaşanır, yarınlara dair uzun soluklu plan yapılmaz. Devlet yetkilileri de bu durumdan hoşnut, vatandaş da. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde