Ana içeriğe atla

Niçin Sadede Gelmiyoruz?

Dinimizin geçmiş müktesebatından, peygamber ve sahabe hayatından, Osmanlı'dan güzel örneklere yer veren nice insanımız var. Eksik olmasınlar.

Verilen örneklerle dinimiz böyle bir dindir, peygamber böyle biridir, onun izinden giden sahabe de öyledir. Osmanlı zaten hep iyi şeyler yapmıştır mesajı verilmek isteniyor.

Elbette verilen her örnekle bunlardan bir hisse çıkarılma mesajı verilmek istense de genelde övgüye dayalı mesajlar bunlar.

Geçmişi unutmamak lazım elbet. Çünkü geçmiş bizi gelecekte bina edeceklerimizin temelidir.

Nedense orta yerde bu temelin üzerine bina ettiğimiz bir bina yok. Bir bina başlangıcı da yok.

Hala övgü üzerine geçmişi yaşıyoruz.

Bir türlü geçmişten günümüze gelemiyoruz.

Nedense övgüyü pek seviyoruz ve övgüyle avunuyoruz.

Geçmişimizle ve bize bıraktıkları müktesebatla övünelim övünmeye ama sadede de gelelim artık.

Bugün neredeyiz?

Geçmişin üzerine iyiye dair bir şeyler koyduk mu?

Yarına dair bir planımız var mı?

Geçmişin üzerine bir şeyler koyup gelecek nesle emanet edeceğimiz neyimiz var?

Bugün geçmişe dair verdiğimiz güzel örneklerden hareketle üzerine bir şeyler koyup dünyaya ve insanlığa bir örnekliğimiz var mı?

Dini yaşantı yönünden mi örneğiz?

Ahlak ve etik kurallarda mı örneğiz?

Teknoloji ve üretimde mi örneğiz?

Ne yaptık? Yeni bir medeniyet inşasına mı öncülük ettik?

Bu sorulara evet cevabı vermek zor.

O zaman geçmişe dair verdiğimiz örneklere birileri, bugün neredesiniz? Bir örnekliğiniz var mı dese ne cevap veririz?

Burada birileri savunma psikolojisiyle bugün örnek verilen milletler kanun korkusuyla kurallara uyuyor. Bu, onların ahlaklı olduğunu göstermez diyebilir. Böyle de olsa o ülkeler sonuç almak için kanun yolunu bulmuşlar. Sonunda başarmışlar bunu. Biz de sağlayalım bunu. Hangi yolla olursa olsun. Amaç üzüm yemek değil mi?

Ben o yüzden geçmişi unutmadan, geçmişten aldığımız güçle her alanda mesafe kat etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Sadede gelelim derken kastettiğim de budur. İnanın, geçmişe dair yaptığımız her övgü dolu paylaşım bir teselliden öteye gitmez.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde