Ana içeriğe atla

Bir Bilen İki Müfteri

Dini tedrisat yapmış, bu alanda öğretmenlik ve yöneticilik görevinde bulunmuş iki tane muhterem var. Dilleri ve hamasetleri güçlü. Dini bütün bir görünümleri var. Satıcılık ve pazarlamada üstlerine yok. Ağızları iyi laf yapıyor. Yüksek kademelerde ilişkileri iyi yürütüyorlar. Sanırsın ki camianın tüm yükü üzerlerinde. Doğruluk ve dürüstlük abidesi mübarekler. Bir konuda ve her konuda bilmişliği kimseye bırakmazlar. Camianın dava adamları. Davayı da durmadan savunurlar ve kimseye bırakmazlar. Tüm bu meziyetlerinin yanında bir de bilmişlikleri varmış. Bu yönlerini de yıllar sonra bunları bilen birinden öğrendim. Gıpta ettim doğru kendilerine.

Merak ettiniz tabi bu bir bilen olmalarını. Anlatayım ki siz de kendinizi bu alanda yetiştirin.

2014 yılında çıkarılan bir kanunla, yöneticilikte dört yılını dolduranlara geriye yönelik puanlama kriteri getirildi. 8-10 maddelik kriter evet/hayırdan oluşuyor ve bu kriterlere göre bir yöneticinin başarısız olması söz konusu değil. Ama birileri elenmeliydi. Bu nasıl olacaktı? Tüm dört yılını dolduran yöneticilerin bir listesi oluşturulur. Bu liste bu yıllarda içinden bol yöneticinin çıktığı bir vakfa götürülür. Vakıfta dini bütün insanlar yer alır. Ama listedekilerin çoğunu bu zevat tanımıyor. Tanımadan puan verseler adalet ve liyakate sığmazdı. Çünkü çok korkarlardı haksızlık yapmaktan. Ne de olsa bunun eğitimini almışlardı. Hoş, bu görev üzerlerine vazife değildi ama misyon adamı olmak böyle bir şeydi. İmdatlarına tüm yöneticileri tanıyan yukarıda özelliklerini verdiğim iki bir bilen yetişir.

Otururlar vakfın köşesine. Çaylarını yudumlarken listeler de önlerine konur. Bu iki muhteremin biri bir listeyi, öbürü de öbürünü alır. Başlarlar çalışmaya. Şu nasıl? Paralelci. Çiz o zaman. Bu nasıl? Bu da paralelci. Bunu da çiz. Şu? Bu faşist. Bunu da çiz. Liste bu şekil baştan sona bu bilenlere sorulur. Bunlar da bildiklerini söylerler. Sayelerinde merkez üç ilçedeki 600 kadar müdürden 20 kadarı hariç diğer müdürlerin üzeri çizilir. Listeler bu şekilde daha üç ay önce kelle alması için atanan ilçe müdürlerine gönderilir. Onlar da sistem üzerinden hayır hayır butonlarına basarak müdürleri eleme görevini yerine getirir. Kendilerini bu göreve getirenlere karşı da ilk sınavlarını bu şekil geçmiş olurlar. Böylece okullar başarısız müdürlerden bir çırpıda kurtuldu. Bunlar yani bir bilen bu iki kişi olmasaydı, ilçe müdürleri bu ağır sorumluluğun altından nasıl kalkacaktı?

Bu bir bilen iki kişi neredeler şimdi? Yapılan iyilikler boşa gitmezdi. Her ne kadar onlar bu işi Allah rızası için yapıp balık bilmezse Halık bilsin demişler ise de biri kenarda, köşede müdürdü. Ayağını kaydırdığı merkezdeki bir okul müdürünün okuluna müdür olarak geldi. Ne de olsa mukarrabünden idi. Kenarda durdurmak yakışmazdı. Yakına gelmeliydi. Diğeri o zamanlarda öğretmendi. Bir müddet sonra ona da şöyle dört dörtlük bir müdürlük ayarlandı.

Bu bir bilen iki kişi hata yapmadı mı? İnsan olur da hata yapılmaz olur mu? Temizlik operasyonunda o kadar titiz davranınca çoğu kimse paralelci olmamasına rağmen elenmişti. Bu kadar hata kadı kızında bile olurdu. Sonradan bunlara kenardan, köşeden tekrar müdürlük verildi.

Bu bir bilen ve her şeyi özellikle karalamayı, lekelemeyi ve iftira atmayı çok iyi bilen bu iki kişiden biri nereye gittiyse, müdürlükte pek tutunamadı. Asli görevine döndürdüğü eski müdürlerle birlikte öğretmenlik yapıyor. İlerlemiş yaşına rağmen her türlü etkinlikte ve yıkama yağlamada onu görebilirsiniz. Diğeri ise yıllardır istediği ama olamadığı müdürlüğe bir oturdu, hala da oturmaya devam ediyor. İster öğretmenlik ister müdürlük yapsınlar, bunlar bu davanın vazgeçemediği iki neferdir. Vazife önemli değil onlar için. Önemli olan davaya hizmet. Vicdanları da rahat bu arada. Ha bu arada bu bir bilen iki kişi her şeyi bilseler de bilmedikleri bir şeyleri var. Vakıf bünyesinde yaptıkları kelle avcılığı görevini başkasının bildiğini bilmemeleri.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde