Ana içeriğe atla

Güçlü Devlet ve Büyük Bir Millet miyiz?

"Biz büyük bir devletiz, güçlü bir milletiz" sözlerini bu toplumda çok söyleriz. Bunu devlet yetkililerinin ağzından da çok duyarız. Bu sözler de çok hoşumuza gider hatta gururumuzu okşar. Kimin hoşuna gitmez ki. 

Gerçekten güçlü büyük devlet, güçlü bir millet miyiz? Bir devlet, millet veya toplumun güçlü ve büyük olmasının ölçüsü nedir?
Ekonomisi kendi kendine yeten bir ülke miyiz?
Üreten bir toplum muyuz?
İhracatımız ithalatımızdan fazla mıdır?
Ekonomik kriz ülkemize hiç uğramıyor ve biz bundan etkilenmiyor muyuz?
Oturmuş bir sistemimiz var mı? Her şeyimiz yerli yerinde ve düzen içerisinde işliyor mu? 
Kanun, kural, mevzuata uyma yüzdemiz çok yüksek midir?
Deprem ülkesi olduğumuz bilinmesine rağmen depremlerde binalarımız yıkılmıyor mu? Binalarımız sapasağlam ayakta mı? Depremlerde insanımız ölmüyor mu?
Paramızın değeri ne durumda? Yabancı paralar paramız karşısında durmadan değer mi kaybediyor? Yani paramız çok mu kıymetli? 
Eğer böyle ise güçlü bir devletiz, büyük bir milletiz. 
Ekonomisi kendi kendine yeten bir ülke değilse, 
Yeterince üretmeyip hep tüketiyorsak, 
Çuğu ürünümüz ihraç ise, 
8-10 yılda bir kapımızı ekonomik kriz çalıyorsa, 
Oturmuş bir sistemimiz yoksa, kişiye bağlı olarak işleyiş değişiyorsa, 
Kanun ve kural tanımıyorsak, 
Her depremde binalarımız çöküyorsa ve her depremde binlerce insanımız enkaz altında kalıp ölüyorsa, 
Paramız döviz karşısında pul olmuşsa... 
Kusura bakmayın, ne güçlü devletiz ne de büyük milletiz. 
Durum bu iken hala güçlü devlet ve büyük millet türlüsü çağırıyorsak, ya kendimizi tanımıyoruz ya kendimizi olduğumuzdan farklı göstermeye çalışıyoruz. Bu da kendimizi kandırmak demektir ve biz gelişmekte olan bir ülke değiliz. Geri kalmış bir ülkeyiz. Bu şekil kendimizi farklı göstererek bir gün ilerleme durumumuz da söz konusu bile değil. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde