Ana içeriğe atla

Siyasetimiz Aynı Kazanda Kaynamaz

Enkaz altında kalıp kurtarılmayı bekleyen binlerce insanımızın "Kimse yok mu" feryatlarına rağmen "Siz artık ölüsünüz. Bulabilirseniz, enkaz altında bir bardak soğuk su için. Bizden umudu kesin" dercesine minarelerden sala okuduk. Bu sala bile enkazdakileri ölüme terk ettiğimizin bir göstergesidir.

Deprem anında bile iktidarın ve muhalefet partilerinin bir araya gelmemeye özen gösterdiği, yan yana olmak istemediği, birbirinden telefon beklediği, kimsenin birbirine telefon etmediği, herkesin başına buyruk hareket ettiği, iktidarın muhalefetin yardımını istemediği, muhalefetin de iktidarın yardımını istemediği şeklinde bir tavır içerisine girdiği gözlerden kaçmadı. Uluslararası yardım çağrısında bulunarak yurt dışından arama kurtarma talep ettik ama yurt için güçler ve imkanlarımızı depremde dahi bir araya getiremedik. Bu bile bizim aynı kazana atılsak, aynı kazanda kaynamayacağımızın acı bir göstergesidir. 

Bir kanal, depreme maruz kalmış belediye başkanlarını derdini anlatsın diye ekrana çıkarıyor. Sorular arasında kendinizi veya bir başkasını sorumlu görüyor musunuz diyor. Şu yönünü ihmal ettik. İstifa etmemiz gerekir diyeni görmedim. Kimi ilçe belediyesinin sorumluluğunda diyor, kimi sadece benim şehrim değil, her yer yıkıldı cevabını veriyor. Tüm sorumluları istifa ederse, ancak o zaman düşünebilirim. Şu anda öyle bir gündemimiz yok. Yaraları arıyoruz. Bu, asrın felaketi, daha önce yeryüzünde görülmemiş diyor. Geriye dönüp şunu yapmasaydım dediğiniz oldu mu sorusuna keşke diyeni görmedim.

Bir başkası, canlı yayında olduğu halde konuşmayı ve soru almayı bırakıyor, ezanı dinleyelim diyor ve ezanı dinliyor. 

Bir başkası değil, iki büyükşehir belediye başkanı birden "Efendim, ölülerimize en güzel şekilde son görevimizi ifa ettik. Savcı nezaretinde, doktor muayeneleri yapıldı, ölüm nedeni tespit edildi, Diyanet usulüne uygun defin işlemlerini yaptı, hamd olsun diyor. Dirisini hiçe saydığı insanının ölüsüne bari son görevini bu şekil en güzel şekilde yapsın, değil mi? 

Bir başkası, şu şu sebeplerden dolayı birkaç gün gecikme ve aksaklıklarımız oldu. Onlara zamanında yetişip kurtaramadık ama ölümlerinde bak buradayız. Haydi onlara bir Fatiha okuyalım. Bu süreçte eksikliğimiz varsa helallik diliyoruz deyiveriyor. Ölen öldü ama sağlarınız yaşadı. Onlara evlerini bir yıl içerisinde teslim edeceğiz demeye getiriyor. 

Bir başkana, kaç binanız yıkıldı deniyor. Şehircilik Bakanlığında sayılar diyor. Resmi bina yıkıldı mı deniyor. Bilgisi Bakanlıkta diyor. Kayıp çocuk var mı diyor. Bana gelen bilgi yok. Varsa da bilgi İçişleri Bakanlığında olur diyor. Ana muhalefete ait bir belediye, deprem anından beri sizin ilinizde deniyor. Ben görmedim çalıştığını. Başkanı gelip gitmiş, ben görmedim diyor. Ne çalışması yapıyor o belediye deniyor. Bilmiyorum. Başkanı beni arayıp bir geçmiş olsun bile demedi diyor. Yani depremzede bir büyükşehrin belediye başkanı kendi ilinin valiliğinin önü olan en meşhur caddesinde bir başka büyükşehir belediyesinin ne iş yaptığını bilmiyor. Aslında ilinde bir başka belediyenin olduğunu bilmemesi mümkün değil. Varlar, şu işi yapıyorlar dese, yapılan bir yardımı ikrar anlamına geliyor olmalı ki inkar yolunu seçiyor. İyi ki bu süreçte siyaset yapmıyorlar.

Tüm bu örneklere bakınca hiçbirinin en ufak bir suçluluk duygusuna sahip olduğunu maalesef göremedim.

İktidarı, muhalefeti, milleti ve STK’siyle bir devlet olduğumuzun, böyle zamanlarda güç ve imkanlarımızı bir araya getirerek kenetlenmeye çalışalım diyeni görmedim. Her biri ilgi ve alakayı diğerinden bekliyor. Aynı yerde iş yapmaktan yan yana görünmekten hicap duyulduğunu gözlemledim.

Onca sıkıntı ve hengâme arasında bu kadar insanımızın ölümüne şu ya da bu vesileyle sebebiyet verdik. Ölülerimize üzülüyoruz diyeni görmedim. Defin işlemlerini iyi yaptık demeyi bir marifet saydıklarını gördüm.

İlinde ne olup bittiğini bilmekten aciz insanların bir şehre nasıl şehrulemin seçildiğini, o şehri nasıl yönettiğini televizyondan acı acı seyrettim.

Bu şehirler kimlere emanet? Tüm bunlara rağmen bu ülke iyi ayakta dedim. Tabi buna ayakta durma denirse. Vah yazık vah yazık. Bu anlayışla başımıza ne gelirse az bile.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde