Ana içeriğe atla

İki İnsan Tipi

İki tip insan vardır: Birinci tip; bir kişiyi, bir görüşü veya bir zihniyeti akıl süzgecinden geçirmeden, doğru-yanlış demeden ölümüne savunan. İkinci tip ise bir kişiye, bir görüşe veya bir zihniyete yine akıl süzgecinden geçirmeden ölümüne muhalefet eden. 

İlki, hepsinde bir hikmet arar, diğeri hepsinde bir Çapanoğlu.  

İlkine göre sevdikleri yunmuş, yıkanmış ve cennetlik iken karşı tarafın dünyada ve ahirette yatacak yerleri yok.

İkinci insan tipi de kendilerini çok iyi görürken karşı tarafı yerin dibine sokar.

Bu iki zıt tip bakmayın zıt kutuplarda gezindiğine. Kafa yapısı bakımından aynıdır. Tek fark biri birinin trollüğünü yaparken, diğerini kötülüyor. Öbürü de kendi zihniyetini ölümüne savunurken diğerini kötülüyor. Farklı cephelerde olsalar da birbirlerinden besleniyorlar. Birbirlerinden destek alıyorlar. Biri olmadan diğerinin yaşama şansı yoktur. 

Sevgi ve nefret dediğimiz şey budur aslında. Bu iki tip insan yekdiğerine karşı önyargılı ve peşin hükümlüdür. İki cephe de kendileri ve yaptıklarıyla yüzleşmezler. Çünkü tüm kötülüklerin anası karşı cephedir.

Nazarımda bu ili zıt kutbun hiç yeri ve değeri yoktur. Görüşleri, duruşları benim için bir anlam ifade etmez. Bu ikisinin ne topluma verebileceği bir şeyi vardır ne de başkasının onlara vereceği.

Bu iki tip kimmiş bunlara bir bakalım. 

Her ikisi de doğru-yanlış demeden hep bir görüşü, kişiyi veya zihniyeti savunurken, diğeri de el hak doğru demeden daima eleştirir. 

Her ikisinde de sorgulama yoktur.

Her ikisinde de empati yoktur.

Her ikisinde de yeni taraftar kazanmadan ziyade mevcut fanatikleri tutma vardır.

Her ikisi de kendilerini bu  memleketin asli unsuru sanır.

Birbirlerini hain, nankör, satılmış, beyni yıkanmış, başkasının uşağı görür.

Birbirleriyle kıyasıya varlık mücadelesi ve üstün gelme kavgası yapan bu tarafların bir konuda dahi olsa bir araya gelmeleri mümkün değil.

Her iki taraf da kendilerini güven görür.

Her iki tarafın yaptığı da getirilerden ve imkanlardan daha fazla yararlanma niyetini taşır.

Her iki taraf da ülkeyi en iyi biz yönetiriz iddiasındadır.

Her iki taraf da başarı için her yolu mubah görür.

Her iki taraf da gücünü tekeline aldığında bulur. Biri dinin, diğeri de Atatürkçülüğün arkasına sığınır. Biri dini kimseye bırakmaz, öbürü de Atatürk’ü... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde