Ana içeriğe atla

Milletimizin Duyarlılığı

Merkez üssü Pazarcık olan 7.7 şiddetindeki 10 ilimizi vuran yıkıcı depremin ardından devletiyle, milletiyle bir seferberlik halini yaşıyoruz. Devlet tüm imkanlarını alana gönderirken deprem bölgesinde olmayan vatandaşlar da neye güçleri yetiyorsa onu yapıyor. 

Bir oğlum, hekim olarak görev yapmak için gönüllü olarak il sağlık müdürlüğüne başvurarak deprem bölgesine hareket etti. 

Bir oğlum kan vermek için Kızılay kan merkezinde soluğu aldı. Ona ben de eşlik ettim.

Eskiden rutin bağışçılarından kan alan kan merkezi tıklım tıklımdı. Depremi duyan vatandaş, kan verebilirim diyerek Zafer kan merkezine koşmuş. Form doldurmaları ve sıra beklemeleri için gelen bağışçıları görevliler yemekhaneye yönlendiriyorlar. Biz de girdik oraya. Koca yemekhanede boş sandalye yoktu.

Formunu dolduranlara sıra verilmiş.

Form doldurmak isteyenler de uzunca bir kuyruk oluşturmuş.

Form geldi gelecek denirken beklenen form bir türlü gelmedi. Meğer form kalmamış.

Nereden getireceklerse az sonra gelecek dendi. 

Öğle sularıydı gittiğimiz. 18'e kadar kan alımı devam edecekmiş. Öğleye kadar otuz kişi kan verebilmiş. Bizim çocuk 129.sırayı alabildi. Akşama kadar kan sırasının gelmesi ve kan verebilmesi mümkün değil. 

Görünen o ki bir doktor, 2-3 hemşire, 3-4 yatak ile bu yoğunluğun eritilmesi mümkün değil.

Belli ki kan merkezi de bu yoğunluğa hazırlıksız yakalanmış. 

Eve geldikten sonra TV haberine göre sabahtan itibaren insanımız kan merkezlerine koşmuş. 15 sularına kadar tüm Türkiye'de 10 bin ünite kan verilmiş. Yetkililer bir bu kadar daha olursa daha iyi olur diyor. 

Kan merkezindeki kan verme yoğunluğunu görünce, insanımızın duyarlılığını bir kez daha takdir ettim. Bu manzaraya duygulanmamak mümkün değil. İnşallah verilen ve toplanan kanlar, yaralılarımıza nefes olur.

Maddi destek konusunda da insanımız aynı şekilde duyarlılığa sahip. 

İnşallah gördüğümüz göreceğimiz en son deprem bu deprem olur.

Duam bu şekilde ama depremler yine olmaya devam edecek. Çünkü depremler bir doğa olayı.

Ülkemiz de büyük fayların geçtiği bir deprem ülkesi olduğuna göre depremler olacak.

İnşallah bu son büyük depremden ibret alırız da alacağımız tedbirlerle bir daha ne binamız çöker ne de insanımızı kaybederiz.

Temennimiz odur ki bir kişinin dahi burnu kanamasın. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde