Ana içeriğe atla

Depremlerle Sınavımız

Bu ülkenin derdi, sıkıntısı ve problemi bitmez. Çoğu dertlerin bitmemesini sebebi vurdumduymazlığımız, oy avcılığı yapmamız, bir ülkeyi imar etme ve geliştirmeden ziyade ucuz siyasete sarılmamız, problemleri görmezden gelmemiz, halının altına süpürmemiz, plansızlığımız, pansuman tedbirlerle günü kurtarmaya çalışmamızdandır.

İsterseniz sık sık ülkemizi belirli periyotlarla yoklayan yıkıcı depremleri ele alalım. Ülkemizin önemli deprem fay hatları üzerinde kurulu olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Bu bilginin yanında depremlerde mal ve can kaybı olmaması için yapılması gerekenleri de biliyoruz. Bu bilgilere rağmen ne yaptık? Kısaca bu bilgilere ve uyarılara kulak vermeyip sırtımız üstüne yan gelip yan yattık.

Yattık ama depremle yaşamayı öğrenemedik ve her depremde bildik sahnelere maruz kaldık. Yaptıklarımızdan ve yapılması gerekirken yapmadıklarımızdan dolayı kendimizle yüzleşmedik ve aymazca tutumumuza devam ettik. 

Çürük mü çarık mı, depreme dayanıklı mı kontrolü bile yapmadığımız imarsız, ruhsatsız ve kaçak binalar için imar barışı adı altında üç kuruş paraya 26 defa imar affı çıkardık. Niçin? 

Altı sağlam mı demeden zemin etüdü yaptırmadan altı kum ve gevşek olan ova, arsa, tarla vb. yerleri imara açtık. Niçin zemini sağlam yerleri imara açmadık? Eski ecdadımız ev yaparken bir şehir ve köyü kurarken niçin dağ yamaçlarını tercih etmiştir?

Çıkardığımız 2007 ve 2017 deprem yönetmeliğine uygun ev ve bina yapılıp yapılmadığının ciddi kontrolünü yapmadık veya yaptırmadık. Uygulayamadığımız ve denetleyemediğimiz mevzuatı süs olsun diye mi çıkardık?

2019 yılına gelinceye kadar müteahhitlere, yaptıkları binalarının kontrol görevlisini niçin kendisinin seçmesine imkan verdik? Hangi inşaatçı, mimar, makine mühendisi parasını ödeyen müteahhidi ciddi bir şekilde kontrol edebilir? Nitekim bu yanlıştan 2019 yılında vazgeçildi. 

Belediyeler oturma ve iskan verirken binanın usulüne uygun yapılıp yapılmadığını ciddi bir şekilde kontrol edebilmiş midir? Yoksa üç kuruş paraya boyun eğmiş olabilir mi? 

Bugüne kadar binasını deprem yönetmeliğine uygun yapmadığı için yaptığı binaları depremde yıkılan kaç müteahhit ciddi bir şekilde ceza almış ve ölen her canlı için kaç lira tazminat ödemiştir ya da ödettirilmiştir? 

Zemin etüdü sağlam olmayan düz yerleri imara açtığından dolayı yapılan binaların depremde yıkılmasıyla bugüne kadar kaç siyasi yargılandı, ceza alıp mahkum oldu?

İmar affından yararlanan binalar arasında, depremde yıkılan kaç bina olduğunun istatistiği var mı devletin elinde? Varsa imar affına kapı aralayan kaç kişi hakkında bugüne kadar ne işlem yapılmıştır?

Deprem riskine rağmen geçmişten bugüne gelen hükümetler zemini ve binası sağlam olmayan binalar için bugüne kadar ne projeler üretmiştir? Devleti yöneten siyasiler bu konuda kendilerini hiç sorumlu hissetmişler midir?

Geçmişten günümüze depremlerden dolayı yıkılan binalar, ölen insanlar, mal kaybı, deprem bölgesine ve depremzedelere bugüne kadar ne kadar para harcanmıştır? Devletin elinde böyle bir kayıt var mı? Deprem olduktan sonra yaptığımız masraf ile sağlam zemine ne kadar sağlam bina yapabilirdik sorusunun cevabı devlet yetkililerinin elinde var mı? (99 depremi 12 milyar dolara mal olmuş. Biz o yıllarda ekonomik krizden kurtulmak için IMF’den 10 milyar dolar almıştık.)

Verdiğim örnekleri ve sorduğum soruları çoğaltabilirim. Fazlasına da gerek yok. Verdiğim örnek ve sorulardan, deprem dolayısıyla başımıza gelenlerin birinci derece sorumlusunun geçmişten bugüne ülkeyi yöneten siyasetçilerin olduğu görülecektir. Halbuki biz her deprem sonrası sadece malzemeden kaçıran müteahhitlere kızıyoruz. Bunda müteahhitlerin de suçu var ama sorumlu listesini hazırlarsak en altta müteahhitlere yer verebiliriz. O yüzden bu depremde bari günah keçisi olarak sadece müteahhitleri görmeyelim. Verdiğim örneklerde görüleceği üzere bugün bu halde olmamızın sorumluları çokçadır. Makamı, mevkii, gücü ve kuvveti ne olursa olsun, insan kaynaklı hatalardan dolayı kimsenin yaptığı yanına kar kalmamalıdır. Değilse, bir sonraki depremde de aynı acıları yaşamaya devam ederiz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde