Ana içeriğe atla

Bağışlar Karşılıksız Olmalı

1993 yılında askerliğimi bedelli olarak yapmak üzere Burdur'dayım.

Dönemimde vali yardımcısı, kaymakam, emniyet amiri, iş adamları, ünlüler vs. kimler yoktu ki.

Çok nazik ve kibar davranan üst teğmen rütbeli bir batarya komutanımız vardı. Bizimle arkadaş gibi konuşur, ilgi ve alaka gösterir. Taleplerimizi dinler. Yapabileceklerine tamam derken yapamayacaklarını da niçin olamayacağını bir güzel izah ederdi. Komutanın bu davranışı bizim çok hoşumuza giderdi. Bunu değişik ortamlarda söyledik durduk. Bizim bu konuşmalarımıza kulak misafiri olan uzun dönem askerlik yapan kadro erlerden kaç tanesi, "Dediğiniz komutan size nazik. Gelin bir de bize söylediklerini dinleyin. Sabahtan akşama küfreder. Ne anamız kalır ne eşimiz ne de bacımız." dediklerinde, bir insanın aynı ortamda iki farklı kesime nasıl böyle farklı davranabildiğinin şaşkınlığını yaşamıştık.

Uzatmayayım. Batarya komutanı yine bir istirahatte, bedellilerin taleplerini dinliyor. Taleplere verdiği cevaplardan, askerin bazı isteklerinin yerine getirilememesinde bazı maddi sıkıntıların olduğu anlaşılınca, bazı askerler söz aldı. Bu eksikliklerin giderilebilmesi için yardım yapabileceklerini söylediler. Öyle ya bizde zenginden çok ne vardı. İçlerinde en fakiri bendim. 

Bu yardımlara nazikçe teşekkür etti batarya komutanı. Biliyorum yardım yapacağınızı. Fakat bir kuruş bile olsa askerden yardım almayacağına söz verdiğini, bu yüzden bizden gelecek yardımı kabul etmeyeceğini söyledi. Niçin sorusuna başladı anlatmaya komutan: Şu gördüğünüz kamelya, sizden üç dönem öncesinde inşaat halindeydi. Ödenek yetersizliğinden inşaat birden bitirilemedi. Üç dönem önceki askerler, komutanım, biz ne güne duruyoruz burada. Biz bu inşaatı tamamlar, kamelyayı açarız. Bu da askeriyeye bizim yardımımız olur dediler. Biri, demiri benden, diğeri kiremidi benden, öbürü tuğlası benden deyip bir çırpıda belirttiğim tüm ihtiyaçlar karşılandı. Bu duruma çok duygulandım. İşte milletimizin yardımseverliği dedim. Ardından zengin askerlerin verdiği yardım paralarıyla kamelya inşaatını tamamlayıp askerlerin hizmetine açtık dedi.

Tamam, ne güzel olmuş, bizde aynısını yapalım istiyoruz dedi birkaç asker. Ardından komutan tekrar söz aldı. Arkadaşlar, yardımları kabul ettiğime pişman oldum. Çünkü yardımın ardından, yardımseverler sırayla odama geldi. Komutanım, şu kadar kiremit aldım, beni bir hafta önce terhise gönder. Diğeri, 5 gün, öbürü 10 gün vs. izin istedi. Bu şekil talepler bitmedi. O yüzden yardım teklifleriniz için teşekkürler. Kimseden yardım kabul etmeyeceğim dedi. Biz öyle değiliz dendi ise de komutan geri adım atmadı. 

Üç dönem önceki devrelerin yaptıkları yüzünden komutanın ağzı yanmış, bize gelince de yoğurdu üfleyerek yiyordu. Haklıydı. Güya yardımlar karşılıksızdı. Öyle verilmişti ama görüldüğü gibi her yardımsever yaptığı yardımı kendi menfaatine yontmuştu.

Bu anekdotun ardından 23 yıl geçmiş. Unutmadığım gibi daha dün gibi hatırlıyorum. Bir yardım kampanyası veya yardım seferberliğinde anlamlı bağış ve makul bağışın ötesinde birileri yüklü bağış yapınca bu anekdotu tekrar tekrar hatırlarım.

Her yardımsever böyledir dediğim anlaşılmasın. Çünkü yüklü bağış yapanlar arasında hiç karşılık beklemeden yardımını yapanlar vardır. Ama verdiğim örnekte de görüleceği üzere yardımseverler arasında beklentiye girenler, bundan faydalanmaya çalışanlar çıkabiliyor. O yüzden her yüklü miktardaki bağışa sevinmekle beraber içimde bir acaba soru işareti her daim oluşuyor. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde