Ana içeriğe atla

Koltuğun Yakışanı

Türkiye depremle beraber Afetlere Müdahale Genel Müdürünü, Karabük Üniversitesi Mimarlık Fakültesine atanan dekanı konuşuyor. Konuşulma sebepleri de hem genel müdürlüğe hem de dekanlığa getirilen kişilerin ilahiyatçı kimliği.

Bu konuyu ele almadan önce bir arkadaşın başından geçen bir anekdota yer vereceğim.

Bu arkadaşı, zamanın behrinde bir ilin öğretmenevi müdürlüğüne teklif ettiler. Eğitim ve öğretime bakan vali yardımcısı bunu reddeder. Gerekçesi de "Bir camiye nasıl ki müzik öğretmeni atamak uygun değilse, öğretmenevi müdürlüğüne de ilahiyatçı atamak uygun olmaz" demiş.

Yapılan ikili görüşmelerin ardından bu ilahiyatçı arkadaş öğretmenevine müdür oldu. 

Yakışık almaz diyen vali yardımcısı bu sözünden dolayı pişmanlık duymuş mudur, bir hakkı teslim etmiş midir bilmiyorum. Ama bu arkadaş, geceyi gündüze katarak, evine gitmeyip işletmede sabahlayarak zarar eden bu işletmeyi kara geçirdiği gibi ayrılırken de iyi bir bütçe bıraktı. Bir başka oteli satın alarak öğretmenevine kazandırdı. Hamal gibi çalıştı. Binanın boyasını iş elbisesini giyerek kendisi arkadaşlarıyla boyadı. Birçok şeyi engellediğini biliyorum.

İlahiyatçı olarak ben de hiç aklımda yokken memlekete gelmek amacıyla müdürlük sınavına girerek ilin en yüksek puanını almıştım. Yıllardır öğretmen olarak tayin isteyip de gelemediğim memleketime müdürlük yoluyla gelmiştim.

Müdürlük tercih aşamasında, bir siyasi ile bir vesileyle oturma esnasında benim müdürlük müracaatım konusu açıldı. O kişi bana, her şey çok iyi, şartların tutuyor, tek dezavantajın ilahiyatçı olman. Çünkü Bakan Hüseyin Çelik ilahiyatçıların müdürlüğüne pek sıcak bakmıyor demişti.

Çelik niye böyle düşündü, bilmiyorum. Ama Çelik zamanında çok özel durumlar hariç bu hassasiyet gözetildi. İlahiyatçılar idareci olarak çok yüksek makamlara getirilmedi.

Hüseyin Çelik’in ardından, ilahiyatçılar her türlü makama öncelikli ve tercih sebebi olarak atanmaya başladı. Bu da ister istemez kamuoyunda dikkat çekti ve tepki gördü.

Çelik’in hassasiyeti neydi, bu hassasiyete niye devam edilmedi, sonradan niçin tüm kapılar bu meslek grubuna arkasına kadar açıldı, sonrakilerin ilahiyatçı hassasiyeti nedir bilmiyorum. Bildiğim bu meslek grubunun koltuk sevdasının bu mesleğin itibarını düşürdüğünü söyleyebilirim.

Tamam, ilahiyatçılar da diğer meslek grupları gibi yönetici olabilmeli. Çünkü bunların içerisinde de öğretmenevi müdürü üzerinden verdiğim örnek gibi iyi yöneticilik yapanları var. Ama yazımın girişinde verdiğim iki örnekte olduğu gibi mimarlık fakültesi dekanlığında da ilahiyatçı olmasın. Aynı şekilde Afetlere Müdahale Genel Müdürü de ilahiyatçı olmasın. Çünkü bu tür atamalar dikkat çeker, tepki çeker.

Ülke kaç gündür depremle uğraşıyor, depremle yatıp depremle kalkıyor. Branşından dolayı atandığı genel müdürlüğü konuşulmasına rağmen afetlere müdahalenin olduğu bir zaman diliminde bu genel müdürü ben hiçbir yerde görmedim. Ne yaptığını bilen var mı, merak ediyorum. Böyle günde de afet müdürü bir yerlerde iş yaparken adından söz ettirmeyecek de ne zaman söz ettirecek?

Gelen tepkiler üzerine mimarlık dekanı bir haftalık dekanlığın ardından istifa etti. Bu istifasıyla belki de Türkiye’nin en kısa dekanlığını yapan biri olarak tarihe geçecek. Bu arada istifa denen mekanizmayı çalıştırdığı için kendisini tebrik etmek lazım. Zira bu ülkede istifa pek görülmez.

Sözün özü, ilahiyatçıları olur olmaz her yere atayarak bu meslek grubunun itibarını sarsmamak lazım. Atanacaklarsa, yakışan yere atama yapılsın. Atayanlar bu konuda gerekli özeni göstermeli. Kendisine bir makam teklif edildiği zaman da bu ilahiyatçılar hemen atlamamalı. Unutmasınlar ki anaları onları idareci olsun diye doğurmadı. Her şeyin hayırlısı, koltuğun da hem hayırlısı hem de yakışanı. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde