Ana içeriğe atla

Kim Ne Kadarlık Adamdır?

Konya Şehir Hastanesinde bir doktorun hasta yakını tarafından hunharca öldürmesinin ardından, doktorların bir buçuk günlük eylemine, cuma hutbesinde bir imamın "Sövmeyip de ne yapsın, öldürmeyip de ne yapsın" şeklindeki konuşmanın, hekimin öldürülmesini teşvik eder türünden bir konuşmaydı. 

Büyük tepki çeken bu konuşmanın ardından ilgili imam açığa alınmıştı. Görevine geri döndü mü, dönmedi mi, akıbetini bilmiyoruz. Bilinen bir gerçek var ki bu konuşmasıyla, bir görevlinin bir başka meslek grubuna olan kin ve intikam duygusunu ortaya koyma açısından manidardı. 

Videosunu izlediğim bu konuşma talihsiz ve hadsiz bir açıklamaydı. Yapıcı olmayan bu öldürücü konuşmayı izleyip de cumaya gitmeyi bırakan hekimler biliyorum. Çoğunluğu temsil etmese de bu tür konuşmalar, sarığı beyaz olması gereken  ve leke kabul etmeyen kişilerin, hutbede ve vaazda mevzubahis edeceği konular değildir. 

Görevli bu konuyu ele alacaksa, ondan beklenen, acınızı anlıyoruz. Sizlere başsağlığı diliyoruz. İçimizden birinin yaptığı bir densizlik dolayısıyla şifa bekleyen hastalarımızın mağdur edilmemesini sizlerden bekliyoruz türünden bir konuşma daha şık olabilirdi.

Bu can sıkıcı olay unutulmaya yüz tutmuştu ki bir başka imamın hutbede veya vaazda yaptığı bir konuşmasının videosu yayımlandı. 

45 saniyelik videonun açılımı şöyle: "Efendim, Tek Türkiye'de Oğuzhan Uğur aradı 500 milyar  bağışladı. Haluk Levent de 500 milyar bağışladı. İşte 500 milyonluk adamsınız. Yapacağınız hepsi bu. Yav kusura bakma, Haluk Levent, ben de bugün 500 milyonu bağışlarım. Çat diye bağışlarım. Tamam mı? Hani Oğuzhan Uğur 500 milyarı, milyar derken 500 bin lirayı. Hani devleti, ülkeyi kurtaracaktı ya o neydi, Haluk Levent. Ben bir şey demiyorum adamın şahsına falan. Haydi kurtarsana. 500 bin lirayla mı kurtaracaksın bu ülkeyi? Ya birlik olma zamanı birlik olma zamanı. Tamam mı arkadaşlar. Hep beraber...".

Eğer video düzmece* değilse, bilin ki durumumuz çok vahim. Bir imamın hutbede konu dışına çıkması yanlış. Üslubu berbat. Ki bu üslup hiçbir din adamına yakışmaz. Bir din görevlisinin dili bu olamaz. Birlik zamanı şeklinde iki defa tekrarlamasına rağmen bu konuşmasından birlik çıkmaz, ikilik çıkar, bölücülük çıkar, ayrımcılık çıkar. Hutbede kişileri hedef göstermek, hutbede yav şeklinde hitap başlı başına hadsizliktir. Beyefendi bin, milyon, milyar derken miktarı da sonradan düzeltiyor ama verilen bağış miktarını da beğenmiyor, siz 500 bin liralık adamsınız diyerek bu insanlara karşı kinini kusuyor. Cömertliğini de konuşturuyor ayrıca. Çat diye verirmiş beyefendi. Vereydin mübarek, seni tutan mı vardı? Hatta yardım gecesi ekrana bağlanıp bağış yapmanın ve konuşmanın önünde engel mi vardı? Bu bağışı hala yapabilir. Meram ediyorum, bu üslubu bu hadsizliği bu bol keseden atma anlayışıyla mı düzeltecek ülkeyi, devleti? Sonra bağış bağıştır. Azı, çoğu olmaz. Maalesef ayrışmayı körükleyen bir konuşma bu. Minberden, kürsüden yapılacak bir konuşma hiç değil.

İmamın bu beter açıklamasına Oğuzhan Uğur ise "Hocam neden 500 bin TL bağışladım biliyor musun? Çünkü en çok izlenen programım Mevzular’ın da gelirleri bağışlanıyordu depremden evvel. Kanalın bir yıllık gelirini de Şehit ve Gazi ailelerine bağışlamıştım öncesinde. Bu yüzden 500 bin TL. Olsaydı da fazlasını verseydim. Kusura bakma." şeklinde cevap yazıyor.

Yukarıdaki konuşmayı ve bu açıklamayı hiç dinlemeden ve okumadan bana gösterselerdi, alttaki açıklamayı din görevlisine yakıştırırdım. Üsttekini ise YouTuber’e ait derdim. Heyhat ki heyhat. Oğuzhan’ın açıklamasındaki izah ve güzel üsluptan utanması lazım bu din görevlisinin.

Bu imam hala görev yapacaksa, kendisine Diyanetin gönderdiği hutbenin dışına çıkmama yasağının getirilmesinde fayda var.

*DİB Başkanı Ali Erbaş'ın 21.02.2022  günü "Cuma namazında Haluk Levent ile ilgili konuşan kişinin imam, hutbe verilen yerin cami ve mescit olmadığını, bu konuşmanın yapıldığı yerin Beylikdüzü'nde bir OSB, konuşma yapan kişinin bir fabrika işçisi olduğunu açıkladı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde