Ana içeriğe atla

Ölüme Terk Ettiklerimiz

Övgüden hoşlanıp yergiden hoşlanmasak da övgü kadar yergi de hayatın bir parçasıdır ve kutsaldır. Yergi hoşumuza gitmese de olmuştur ve olacak. 

Eleştiri, tenkit, yergi hangisini dersek diyelim, hepsi birer tespittir. Bu tespitler de eksiklik ve aksaklığın giderilmesine yönelik bir yol göstermedir. Çünkü övgü bize yol göstermez. Hatta övünün aşırısı kişiyi şımartır, yerinde saydırır, sonra geriletir. 

Kendine ve yaptıklarına güvenen, eleştirilerden kaçınmaz ve gocunmaz. Hatta daha da iyi olması için kendisine dair eleştiri yapılmasını ister. 

Bir pazarcı esnafını ele alalım. Sattığı malına güvenen pazarcı, malının fiyatını herkesin göreceği şekilde yazar. Gel vatandaş diye bağırmaya gerek duymaz. Malının iyi ve iyilerini öne, kötülerini arkaya koymaz. Kasayı boşaltır tezgaha. İçinde çürük ve çarık varsa onları eliyle seçip arkaya koyar. Ürününden almak isteyene, iki kilo ver diyene, kendin doldur diye poşeti uzatır. İşte bu esnaf hem güvenilir hem de sattığı ürüne kefildir. Ürünün eksikliği varsa, onu da söyler. Müşteriden bir eleştiri gelirse, sinirlenmeden izah eder, hatası varsa kabullenir. Özür dilemesini de bilir. 

Sattığı ürüne güvenmeyen, pazarcı esnafı ise tezgahın önüne iri ve iyilerini arka taraf görünmeyecek şekilde istif eder. Arka tarafa da kötü, buruşuk, çürük ve ezikleri koyar. Sattığı fiyat da emsallerine göre ucuzdur. Müşteri her taraf aynı mı acaba diye tezgahın arkasına bakmaya çalışır. Esnaf, hepsi aynı der. Seçebilir miyim desen, seçtirmez. Çünkü kendisi ne için var orada. Ön taraftan doldurur musun dersin. Mümkün değil. Arkadan verilecek. Alayım mı, almayayım mı derken ver oradan iki kilo der demez, elinde poşet açılmış vaziyette. Kaşla göz arasında doldurur. Bazen ön üst taraftan da verir. Çünkü bir tarafı ezik ürünü nereye koyduğunu da iyi bilir. Eli de terazidir bu arada. Poşeti teraziye koyar koymaz, kaldırması bir olur. Tezgahın arkasındaki teraziyi zaten görmen mümkün değil. Ne diyorsa odur. Sana bir iyilik daha yapar. Poşetin ağzını açık vermez. Sıkıca bağlar ki açamayasın. Kazara açıp da bu ne derse, zaten canı burnunda, kavgaya hazır. O yüzden kördüğüm yapar, verir sana. İşte bu esnaf eleştiriye gelmeyen esnaftır. Çünkü malında sorun vardır. Sattığı malına güvenmeyen, sakat olduğunu bilen bir esnaf, eleştiri de kabul etmez, baskın çıkmak ve suç bastırmak için sesini de yükseltir, ağzını da bozar.

Gelelim, 12.gününü yaşadığımız büyük depreme. Depreme arama kurtarmada geç kalındı mı sorusuna ve geç müdahale edildi eleştirisine dahi tahammül edemeyen, sesleri yüksek çıkan büyük bir çoğunluk var.

Bu yazıya başladığım anda gelen son dakika haberine göz attığımda, “278.saatte Hatay’dan bir mucize geldi” flaş haberini okudum. Yani depremin 11.5 gününde bir canlı kurtarılıyor. Demek ki bu canlının kurtarıldığı enkaza bugün yani 12.gün varıldı. Bu haber bile arama kurtarmadaki gecikmeyi ele veriyor. Zira bunun saklanacak bir tarafı yok. 12 gün boyunca kurtarmaya varamayıp ölüme terk ettiğimiz bu insan bile bunun en büyük delili. Canlı kurtarılan bu kişi kurtarıldı, kaç gün kurtarılmayı bekleyen kaç kişiye o enkazlar mezar oldu kim bilir? Enkazların ve yerin dili olsa da bu şekil kaç can verdik, kaç kişiyi ölüme terk ettik, bir konuşsa.

Olan oldu. Bundan sonra yapılacak bir şey yok. Zira olacakla öleceğin önüne geçilmez. Burada tek istenen, bir olgunun kabul edilmesi. Bunun için birilerinin burnundan kıl aldırması. İnan, kimse onları asacak, kesecek değil. Güneş balçıkla sıvanmayacak şekilde her şey ayan beyan iken  bir gerçeği kabul etmemenin bir izahı olamaz. Ancak kendine ve yaptıklarına güvenmeyen insanların halidir bu. Kimse enkaza gecikmede kasıt var demiyor. Çok mu zor, alan geniş, yıkılan bina çok, elimizde yetişmiş eleman az, hava muhalefeti vardı, yollar bozuktu. Ekibimizin bir kısmı aynı zamanda depremzede idi. Kaç gündür, elimizdeki imkanları zamanla yarışarak dişimizi tırnağımıza taktık, koşturuyoruz, bazı yerlere yeni yeni ulaşıyoruz. Geç intikalin sebepleri bunlar dense kıyamet mi kopar, insanlar, nasıl yetişemedin mi diyecek? İnanın, böyle dense, yetişemedik dense, bu milletin bir ferdi sesini çıkarmaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde