Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Dini etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Kur'an Kurslarını Niçin Camilerle Birleştirmiyoruz?

İstanbul'dan sonra en fazla caminin Konya'da olduğu istatistiklerde yer alıyor. İstatistikleri bilmesek bile bir mahallede birbirine yakın camilerden, Konya'da cami bolluğu anlaşılır. Evinden çıkan biri adımla dört bir tarafa gitse aynı mesafede dört cami ile karşılaşması mümkün. Bu camilerin çoğu da büyük cami statüsünde. Minaresi, kubbesi ve genişliği dışarıdan bakışta belli oluyor. Yapılışta hiç masraftan kaçınılmamış.  Caminin büyüklüğüyle orantılı olacak şekilde cemaati de çok olsa bu kadar büyük camiye ihtiyaç var. Helali hoş olsun, iyi ki yapılmış dersin. Bilinen bir gerçek var ki camilerimiz cemaat yönünden mahzun. Adeta sinek avlıyor. Bu kurumlar  Milli Eğitim Bakanlığında olsa şimdiye kadar çoğu cami kapatılmak suretiyle o caminin cemaati taşıma kapsamına alınırdı.  Anlatmak istediğim, konuşulmasa da bir cami yapma müsrifliğimiz olduğu açıktır. Cami israfı olunca haliyle o camiye atanan din görevlisi ve o din görevlisine yaptığımız lojman da israf kapsamında

Faizle Mücadelenin Acı Sonu

Mart 2024 itibariyle Türkiye'nin politika faiz oranı yüzde 50 ile listenin altında yer alan 13 ülkeye fark atmış. Türkiye dışındaki ülkelerin faiz oranı toplamı ise yüzde 86 olmuş. Listede yer alan Euro bölgesi AB ülkelerini ayrı ayrı yazdığımız zaman Türkiye'nin faizde fark attığı ülkelerin sayısı epey kabarır. Geldiğimiz bu yüzde elli faiz oranıyla 2002'de uygulanan yüzde 47 faiz oranını da sollayıp geçmişiz. Ayıpladığı başına gelmeden ölmezmiş dedikleri bu olsa gerek. Hoş bu konuda bugüne kadar neyi ayıpladılarsa hepsini yapmada üstlerine yoktur. Birileri bu trajikomik durumu, “Bu ülke 17-25 Aralığı, Gezi olaylarını, Hendek olaylarını, 15 Temmuz kalkışmasını, terörle mücadele, pandemi, 6 Şubat depremi gibi badireler atlattı. Ekonomi bunlardan dolayı bu halde” gibi gerekçelerin ve savunmacı refleksin arkasına sığına dursun. Kendi ürettikleri masalları ile kendilerini avuta dursun. Sebep her ne olursa olsun, görünen o ki faizle mücadelemiz tersi sonuç vermiş. Fai

Fecri Kazib ve Fecri Sadık

Oruçla ilgili kullanılan kavramlardan bir tanesi de imsakın başlama vaktidir. İmsak denilince de fecri kazib ile fecri sadık konusu akla gelir. Önce tanımlara bir bakalım.  İmsak, oruca başlama vakti.  İmsak vakti, fecri sadıkın oluşması, yani tan yerinin ağarması.  Güneşin doğmaya başlama vaktine fecr denir. İkiye ayrılır: fecri kazib, fecri sadık şeklinde. Fecri kazib, "Birinci fecr. Sabahın gerçekten girdiğini göstermemesi nedeniyle bu fecre yalancı fecr denir. Yani fecri kazibte ortaya çıkan aydınlık geçici aydınlıktır. Kısaca yalancı aydınlık demektir.  Fecri sadık ise ikinci fecirdir ki sabaha doğru doğu ufkunda yayılmaya başlayan aydınlığa denir.  Oruçla ilgili yaptığımız bu tanımlardan sonra fecri kazib ve fecri sadık konusuna gelelim. Bugün bu tabirler pek kullanılmasa da oruca başlama vakti olan imsak, bir zamanların rüyeti hilal konusu gibi gündemimizde. Üç beş yıl öncesinde üzerinde epey tartışmalar yapıldı. Televizyonlarda konuşuldu. İmsak vakti uygulamalı olarak canl

Ramazana Beraber Başlayamayan Bir Dünya

Eskiden ramazanlara başlarken rüyeti hilal adı verilen hilalin görülmesi tartışması yaşanırdı. Çünkü oruca başlamak için hilalin görülmesi ve yine hilalin görülmesi ile bayram yapılırdı.  Teknolojinin gelimediği, bilimin ilerlemediği dönemlerde hilalin görülmesi çıplak gözle izlenir. Bunu görmek için hilalin net görüleceği yüksek tepelere çıkılır. Bir kişinin gördüm beyanıyla ramazan orucuna başlanırdı. Hz Muhammed de "Biz ümmi (okur yazar olmayan) bir toplumuz. Hilali görünce oruca başlar, hilali görünce orucu bozar, bayram ederiz" demiştir.  Gel zaman git zaman teknoloji ve bilim gelişmiş. Rasathaneler kurulmuş. Buralarda astronominin diğer hareketleri izlendiği gibi hilalin hareketleri de izlenir oldu. Öyle ki bilim şu gün şu saat şu dakika güneş tutulması olacak şeklinde tespitler yapmış. Bu tespitler de bilimin dediği şekilde gerçekleşmiştir. Birçok ülke gibi Türkiye de rasathanenin verdiği hilalin görülmesi bilgisiyle oruca başlar ve orucu bozar kervanına katıld

Ayasofya İmamı Üzerine (3)

Altı saat önce Ayasofya İmamı Sayın Boynukalın ile ilgili bir paylaşım yapmıştım. Nereden de yaptım. Bu paylaşıma gelen yorumlara cevap yazmam, bir altı saatimi aldı. Elim yoruldu cevap yazmaktan. Vallahi pişmanım. Aklıma Ebu'l Kasım'ın Ayakkabısı geldi ve buradan diyorum ki ben Boynukalın'dan, Boynukalın da benden değil. Ne onun yanındayım ne   karşısındayım ne de ona karşı çıkanların yanındayım. Ben ondan, o da benden ve herkesten beriyim. Ah Rıza Bozdağ, alacağın olsun. Kamil Bilgiç, sen de oh olsun diye kıs kıs gül köşende. Vara senin safında yer alsaymışım. Vah kafam ki vah! Ebu'l Kasım, başına dert açan ayakkabıdan kurtulmuş, ben hala kurtulamadım. İzninizle bu hikayeyi buraya alıyorum. (Paylaştığım bu yazı, 25 Mart 2018 tarihinde "Anlaşılan Biz Bu İleri-Geri Saatten Daha Çok Çekeceğiz! **" başlığıyla blogumda ve kahtasoz gazetesinde yayımlanan   bir yazımdan bir kesit): “Ebu’l Kasım, imkanı yerinde olmasına rağmen her tarafı yırtılmış ve yama

Ayasofya İmamı Üzerine (2)

Beni bir yere yamama, birilerinden gösterme gibi bir niyetiniz varsa bunun için uğraşmayın. O dediğiniz kimlerse evet ben onlardanım. Bilmeyenler için söyleyeyim. Kimsenin adamı, fanatiği değilim; ne iktidarın ne muhalefetin ne gelenekçi ne yenilikçilerin yanındayım. Katılır veya katılmazsınız, doğru veya yanlış, doğru olduğuna inandığım görüşlerimi söylerim. Bana pek faydası olmasa da bu yolda yoluma devam edeceğim. Görüşlerimde isabet olmazsa herkesten önce ben şu konuda yanlış düşünmüşüm dedim, demeye devam edeceğim. Yapıcı ve yol gösterici eleştirilerime devam edeceğim. Bu uğurda Ebu Zer el Gıfari'nin yolunu izliyorum. Ki o, doğru bildiği doğruları söylediğinden dolayı ne Hz Osman'a yaranmış ne de Muaviye'ye. Kimseye eyvallah dememiş, Rebeze'de sürgünde ölmüştür. Keşke onun gibi olsam... Bu çizgimde devam etmeye çalışırken kimseye yaranamayağımı biliyorum. Hoş böyle bir niyetim ve derdim de yok.  Dinin, bizim kesimin anlattığı gibi olmadığını biliyorum. Dindar v

Ayasofya İmamı Üzerine (1)

Yazdıklarımı genellikle bloğumda yazar, paylaşırım. Bazen de sosyal medyada yazar, paylaşırım. Sosyal medyada paylaştığım bu tür yazılar yıl dönümünde anılar sayfasında önüme düşünce bu tür yazılar arşivimde yer alsın diye aktarırım. Malumunuz bir zamanlar kısa süreliğine Ayasofya imamlığı yapmış, yaptığı paylaşımlar ile tartışmanın odağı olmuş Mehmet Boynukalın meselesi vardı bu ülkenin. Şimdilerde adı sanı duyulmayan ve unutulmuş bu zar hakkında şöyle bir paylaşım yapmıştım. Yaptığım bu paylaşımın altına epey bir yorum yapılmıştı. Aşağıda 14/03/2021 tarihli paylaşımım ve bazı yorumlar ve bu yorumlara yazdığım cevaplara yer verdim. 1.Yıllardır, açılsın dediğimiz Ayasofya'nın başına getirilen kişi, tartışmaların odağı haline gelmemeli. Bundan özellikle kaçınmalı. Çünkü Ayasofya imamı birleştirici bir rol üstlenmeli. O camiye şeriatçısı da gelir, seküler olanı da. Arkasında namaz kılan, imamın tartışma konusu olmadığına inanması lazım. 2 Boynukalın, zamanlamayı ayarlayamıy

Yüzü Soğuk İbadet

İbadet, kulun Allah'a inanmasının ve teslimiyetinin bir göstergesidir.  Kulun Allah ile iletişim halidir.  Kulun sorumluluğunu yerine getirmesi ve ev ödevini yapmasıdır. İbadetlerin her biri insana ağır gelir. Çünkü insan nefsi boyun eğmeye değil, isyan etmeye meyillidir. O yüzden ibadetler kolay gibi gelse de insan için zordur. İbadetlerin en zoru da oruç ibadetidir. Yüzü soğuktur bir defa orucun. Niye yüzü soğuk olmasın. Fecir vaktinden akşam gün batımına kadar yemeyeceksin, içmeyeceksin demektir bunun adı.  Bir öğün yemek geçirince içi dışına çıkan insanın, saatlerce yeme ve içmeden uzak kalması nefse en büyük eziyettir. Bu yönüyle oruç, bir nefis terbiyesidir ve sözün eyleme geçtiği sağlam bir irade beyanıdır ve büyük sabır ister.  Bu kadar vakit yemeden, içmeden kesilmesi insanı öldürmez. Ki bugüne kadar acından kim ölmüş.  Kişi yeme ve içmeye dayansa bile bu kadar süre yemeden içmeden kesilmesi kişiyi psikolojik yönden çökertir.  Açlık ve susuzluğu kafasında

Mazeret Üretenlere Gelsin!

“Oruç o yıl (H. 2.yılında) Müslümanlara ilk defa farz olmuş. Aylardan ağustos. Çok heyecanlı hepsi, çünkü Müslümanlar bu ibadeti ilk defa uyguluyor, ilk defa bu ibadet ile ruh restorasyonuna giriyorlar. Orucun farz kılındığı sene Bedir için de cihat emri geliyor. İslam ordusu da toplanıp oruçlu olarak yola düşüyor. Aylardan ağustos, yer Arabistan çölleri. Öyle sıcak ki hava ayağın çöl kumunda 20 cm içeri giriyor, çıkarttığında yanmış buluyorsun ve bu halde 100 km yol gitmişsin. Dilin damağına yapışmış, sahurda bir şey yememişsin. Su diye belki bir yudum içmişsin. Çöldesin. Kuyu yok, su yok. Efendimiz nasıl zorlandıklarını görünce kıyamıyor: "İsterseniz iftar edin, siz seferisiniz" diyor. Sahabe: "Ya Rasulallah bu bir mutlak emir midir yoksa bize bıraktığınız bir şey mi?" diye soruyor. "Hayır" diyor efendimiz. "Bu bir emir değil, isterseniz yapabileceğiniz bir ruhsat." "Efendim gittiğimiz yerde muhtemelen şehit olacağız, b

İki Sendrom Birden

Moralin bozuk. Hayırdır? Üstelik gerginsin. Yok bir şey. Yok bir şey demişsen var bir şey. Haydi söyle. Sebebini ben de bilmiyorum. Nasıl bilmezsin sebebini? İçini yokla. Tarifsiz bir moral bozukluğu bendeki. Atlatmaya çalış. Pazarın keyfini çıkar. Deniyorum ama olmuyor. Her pazar bu pazar moralli olayım diyorum. Olmuyor. Allah Allah! Ben de hayret ettim. Doktora gittin mi? Ağrım yok, sızım yok. Ne diyeceğim doktora? Sonra doktor ne desin bana? Yahu sendeki bu tatil sonrası sendrom olmasın. Pazartesi sendromu hep vardı da bu pazar daha fazla hissediyorum. Şimdi anladım. Nedir? Sen şu anda iki sendromu birlikte yaşıyorsun. Abartma! O kadar da değil. Abarttığım yok. İki pazartesi sendromu hem de. Biri tatil sonrası ilk iş günü yani pazartesi sendromu. Öbürü de ramazan pazartesi başladığı için ramazanın ilk günü sendromu. Yani iki pazartesi sendromunu yoğun bir şekilde hissediyorsun. Ama ne zamandır bu mübarek ayı bekliyordum. Beklenir beklenmeye

Namaz Üzerinden Firmalara İtibar Suikastı mı Yapılıyor?

Uzun yol seferleri hem şoför hem yolcular için zorluktur, meşakkattir. Aynı zamanda gidilecek yere kazasız, belasız ve başa herhangi bir sıkıntı gelmeden zamanında ulaşmak ve zamanla yarışmaktır. Varılacak yere ne önce ne de sonra varmak değil, zamanında ulaşmaktır.  Yolcular her zaman aynı uzun yolu tepmez ama şoförler aynı yolların sürekli müdavimidir. Yol uzun olduğu için sürekli oturulduğundan, ayaklar karıncalanmaya başlar. Yolcu yeri geldiği zaman ayağa kalkar, sağa-sola döner, ayaklarını oynatır, oturak müsait ise ayağını uzatır, gerekirse bacak bacak üstüne atar. Uykusu gelince yatak kadar rahat olmasa da vurur kafayı, derin bir uyku çeker. Yolu uykuya tutturduğundan yolun ne zaman bittiğini bile bilemez. Aynı uzun yolu şoför de çeker. Üstelik arkasındaki 45 yolcunun da sorumluluğu var. Ayağı karıncalansa da beli ağrısa da şoför oturuşunu değiştiremez. Uzun ince yolu gittikçe uykusu gelse de gözlerini yumamaz. İstediği yerde istediği kadar durup soluklanamaz. Çünkü firm

Ömrünü Kur'an'a Adayanlarla İmtihanımız

Kendisini Kur'an'ı anlamaya ve anladığını anlatmaya çalışan o kadar insan tanırım ki nazarımda Mehmet Okuyan gibisi yoktur. Adeta kendini Kur'an'a vakfetmiş bir bilim insanıdır. Kur’an’ı yemiş yutmuş dense yeridir. Yine bu konuda kendisine allameicihan dense yakışır. Kendisini Kur’an’a vakfetmesinde bir otobüs yolculuğunun etkisi büyüktür. Oturduğu oturağın arkasındaki iki yabancı kişiyle tanışması esnasında, onlara ilahiyat mezunu ve hafız olduğunu söyleyince, Bakara süresinde neden bahsedilir sorusunu sorar iki yabancı. İsrail oğullarından bahseder demiş. 286 ayet var bu sürede. Başka hangi konular var demişler. Birkaç konu daha saymış. Arkası gelmemiş ve mahcup olmuş. Öyle zannediyorum, bu anekdotun ardından kendini Kur’an’a adamış olmalı. Geldiği nokta itibariyle Kur’an’a vukufiyet konusunda, Kur’an ayetlerini Kur’an ayetleriyle tefsir etmede üstüne yoktur. Ki Kır’an’ın Kur’an’la tefsir edilmesi tercih edilendir ve makbul kabul edilir. Kendisini Kur’an’a ad

Müslümanlık Eşittir Kul Hakkı Yemek midir?

“Almanya'da Müslüman bir Türk, çalıştığı iş yerinden çıkarılır. Üstelik tazminatını da alamaz. Mağdur olan vatandaş, bir çıkar yol ararken, bu ani gelişmenin şokunu da henüz atlatamamıştır. Gel zaman git zaman, vatandaş bir kilisenin önünden geçerken aklına bir şey gelir. Kiliseye girip papazla dertleşecektir. 'Kendi memleketimde olsa hocaya giderdim herhalde' der kendi kendine. Neyse, papazın yanına varıp yaşadıklarını anlatır. Papaz çok etkilenir anlatılanlardan. Adeta dehşete kapılmıştır. Duyduklarına inanamaz. Vatandaşa yardım etmek ister ve bir kağıda birkaç kelime karalayıp kağıdı bir zarfa koyar ve kapatır.   - 'Al', der vatandaşa. 'Bunu götür ve patronuna ver.' Ne olup bittiğini anlamayan vatandaş, çaresiz ve biraz da umutsuzca papazın dediğini yapar.   Varır elindeki zarfla patronuna.   Patronu notun papazdan geldiğini görür ve ivedilikle okur.   Çok şaşkındır. Yüz ifadesi değişir. Çok rahatsız olmuştur okuduklarından. Derhal t

Yunmuş Yıkanmış Bir Fani

Konuştuğu zaman mangalda kül bırakmıyor. Ağzından bal damlıyor mübareğin.  Öyle konuşuyor ki yaptıklarını bilmez isen dürüstlük abidesi der, 100 puanı yapıştırırsın. Dünyalık işi yok, derviş gibi yaşıyor dersin. Çünkü iyilik onda, doğruluk onda, bütün iyi olanları toplamış üstünde. Sanırsın ki dünyada bir iyi o var. Ondan başka iyi yok.  Çalmayan, çırpmayan biri aynı zamanda. Her dalda oynamasına, her naneyi yemesine, her dediği kendisinde olmasına rağmen kendinden olmayıp karşı cephede yer alan rakiplerine öyle şeyler söylüyor ki dinlerken küçük ve büyük dilinizi yutarsınız. Bunları ben mi yapıyorum yoksa sen mi neûzü billah dersin. Kendisi yunmuş yıkanmış olunca haliyle mübarek ağzından başka türlü söz sadır olamaz zaten.  Dil kalbin aynasıdır dedikleri,  Ele verir telkini, kendi yutar salkımı dedikleri,  Şecaat arz ederken merdikıpti sirkatin söyler dedikleri,  Üzümü çifter çifter yerken muhatabına çifter yiyor dedikleri,  Söz ve eylem çelişkisi dedikleri, 

Can ve Ten

Başarı sermayen nedir? Tek sermayem yoktur. Bende sermaye çoktur.  Mesela? Dindir. Yola çıkarken hiç yanımdan ayırmam. Rakiplerimden kim ona dokunursa yanar. Onlar bu yangınla uğraşırken ben kıs kıs güler. Epey yol alırım. Bitmiyor mu bu sermaye? Din sermayesi biter mi? Doğal zenginliktir bu. Arabistan kuyularındaki petrol gibidir. Yeter ki çıkarıp satmasını bil. Başka? Canım ve tenim.  Anlamadım. Ayrıca herkeste var bu can ve ten.  Herkeste vardır ama kullanmıyorlar o can ve teni. Kullanacaklarsa benim gibi kullanacaklar.  Siz nasıl kullanıyorsunuz?  Herhangi bir konuda bu can bu tende durduğu müddetçe dedim mi bu iş tamam. Yine ben kazandım demektir. Çünkü rakiplerim ondan sonra beni ikna için etrafımda pervane gibi dönüyor.  Ama her defasında da o can o ten durduğu halde siz yapmam, yapmayacağım dediğinizi yapıyorsunuz. Bu ne yaman çelişki ve U dönüşü böyle.  Bakarım burada saklı. O kadar çelişki ve U dönüşüne rağmen kazanıyor muyum. Sen ona bak. Kazan ka

Zekât Kimlere Verilmeli?

Tövbe süresi 60.ayette zekât verilmesi gerekenler 8 sınıf olarak sınıflandırılır. Bunlar: 1.Fakirler: Çalıştığı halde geliri giderini karşılamayan kesim.  2.Miskinler: Çalışacak güç ve takati kalmamış ya da çalışmak istediği halde sağlığı el vermeyen kesim.  3.Zekat toplamakla görevli memurlar: Zekât toplamakla görevlendirilmiş. Tüm zamanını buna harcadığı için çalışmaya fırsatı olmayanlar.  4.Müellefeyi Kulüp: Müslüman olmadığı halde kalbimi İslam'a ısındırmak suretiyle Müslüman olması umulan kesim.  5.Köleler: Özgürlüğünü bir şekilde kaybetmiş olanlar.  6.Borçlular: Borç girdabına girmiş, bir başına bu borcun altından kalkamayacak kişiler.  7.Allah yolunda olanlar: Tebliğ, irşat, savaş vb. alanda görev yaptığı için kendi işine zaman ayıramayanlar ve öğrenci olanlar. 8.Yolda kalmış olanlar: Memleketine gidecek parası olmayanlar, gurbette parasını kaptıran kesim.  Zekât ya da yardımın kimlere yapılması gerektiğini bildiren bu sekiz sınıftan müellefe-i kuluba zek

Çalışmak da Bir İbadettir

Vaaz kürsülerinde ve hutbelerde inanç ve ibadetten dem vuruyoruz. Döner döner anlatırız. Ahlaktan bahsetmeyi de ihmal etmiyoruz. Ama önceliğimiz iman ve ibadet.  Kur'an ve hadislere bakıyoruz. İman ve ibadet öncelikli. İlmihallere baktığımız zaman öncelik yönünden iman ve ibadet yine baş sırada ve ana konular.  Gündelik hayatta insanları tasnif ederken iman ve ibadet yönünden değerlendiririz. Çocuğumuza eş ararken sorup soruştururuz. Ya namazında, niyazında olup olmadığına bakarız ya da sorduklarımız; namazında, niyazında der. Hoş, bu anlayış şimdilerde biraz geriye itildi. Önceliğimiz kadrolu çalışana yöneldi. Birine kızıp eleştireceğimizde beynamaz deriz. Birini methedeceğimizde hiç namazdan kalmaz deriz.  Kısaca hayatımız iman ve ibadet dense yeridir. Bu kadar üzerinde durulmasına rağmen iman ve ibadetten mesafe aldığımız söylenebilir mi? Haydi diyelim ki imanın bir ölçütü yok. İbadetler ölçülebilir olmasına rağmen ibadetleri yerine getirme konusunda büyük bir za