Ana içeriğe atla

Ayasofya İmamı Üzerine (2)

Beni bir yere yamama, birilerinden gösterme gibi bir niyetiniz varsa bunun için uğraşmayın. O dediğiniz kimlerse evet ben onlardanım. Bilmeyenler için söyleyeyim. Kimsenin adamı, fanatiği değilim; ne iktidarın ne muhalefetin ne gelenekçi ne yenilikçilerin yanındayım. Katılır veya katılmazsınız, doğru veya yanlış, doğru olduğuna inandığım görüşlerimi söylerim. Bana pek faydası olmasa da bu yolda yoluma devam edeceğim. Görüşlerimde isabet olmazsa herkesten önce ben şu konuda yanlış düşünmüşüm dedim, demeye devam edeceğim. Yapıcı ve yol gösterici eleştirilerime devam edeceğim. Bu uğurda Ebu Zer el Gıfari'nin yolunu izliyorum. Ki o, doğru bildiği doğruları söylediğinden dolayı ne Hz Osman'a yaranmış ne de Muaviye'ye. Kimseye eyvallah dememiş, Rebeze'de sürgünde ölmüştür. Keşke onun gibi olsam... Bu çizgimde devam etmeye çalışırken kimseye yaranamayağımı biliyorum. Hoş böyle bir niyetim ve derdim de yok. 

Dinin, bizim kesimin anlattığı gibi olmadığını biliyorum. Dindar ve mütedeyyin insanların yaptıklarına bakarak söylemle icraatlarının bir olmadığını görüyor ve sorguluyorum. Siyasi görüşüme gelince, oy vermeye başladığım andan itibaren oy verdiğim siyasi parti çizgim değişmedi. Bir o partiye bir bu partiye geçmedim. Oy vermeme rağmen eleştirilerin büyüğünü oy verdiğim, muktedirlere yaparım. Benim bu konudaki tavrım, kavga eden iki çocuktan ilk tokadı kendi çocuğuma atmaktan ibarettir. Bu tokat, çocuğumu sevmediğim anlamına gelmez. Ben hızla giden bir trenin makinistine hata yapmaması için yol göstermeye çalışıyorum. Aslında su akarken testimi doldurmayı ve şakşakçılığı da çok iyi bilirim ama kişiliğim ve bünyem buna el vermez.

Bu genel açıklamamdan sonra şimdi gelelim diğer eleştirilerine...

1.Kısa paylaşımımın hangi yerinde değerlerimize eleştiri vardır? İçeriğe girmedim, zamanlama hatasına dikkat çektim. 

2.Burada iktidarın neyini eleştirdim? Ki çok eleştirim olmuştur. Burada Ayasofya'ya atanan imamın daha işin başında göreviyle ilgili yaptıklarından ziyade başka konularla tartışma konusu olduğunu, bunun da bunu buraya atayan insanlara zarar vereceğine işaret etmeye çalıştım. Atama belki de isabetli olmamıştır. Keşke bu ülkenin hassasiyetlerini bilen biri atansaydı demek istedim. Tercih iktidarın. Nitekim hem Anayasa hem de kadınlar üzerinden attığı tweetlere ilk ve büyük tepkiyi iktidar vermiştir. Buna da dikkatinizi çekerim. 

3. Taviz ve tecavüzle anılan partiyi hiç mi hiç tasvip etmedim. Kadına zafiyet konusu her kesimde olduğu gibi bu partide de var. Bugün bunlardan çıkar yarın bizden. Önemli olan bizden diye savunmak, karşıdan diye yermek değil. Kim yaparsa taciz ve tecavüzün ortaya çıkarılması. Böyle bir olay vuku bulduğunda savcılar kamu davası açarak haklarında dava açmalı ve gerçeği ortaya çıkarmalı. Bir veya birkaç olay üzerinden algı oluşturulmaya çalışılmasına karşıyım. Taciz ve tecavüzler üzerine yazılmış, birden fazla yazım var. Karaman'daki yurt olayı üzerinden bir vakfı tu kaka yapmanın ve bir kesimi bunlar böyledir algısının yanlış olduğunu işledim. Taciz ve tecavüz olaylarını ortaya koymak adliyeye ve bunun ortaya çıkması için arkasında siyasi iradeye ihtiyaç var. Yaptıkları ve yapmadıklarından dolayı birinci derece sorumlu, devlet erkini yönetenlerindir. Muhalefetin elinde bir şeyleri ortaya çıkarma iradesi yoktur. 

4. FETÖ konusunda 20'den fazla yazım var. En sonuncusunu da on gün önce yazdım. Ki FETÖ konusunda 17-25’den çok önce (2011-2012) tavır almış biriyim. Buna Ali Hocanın evinde bir Salı oturmasında "Bunlar PKK'dan daha tehlikeli" diyen biriyim. Buna Sefer şahit. Oradakiler cemaat değişti, bize yaklaştı derken ev sahibi bana tavır alırken karşı çıkan bendim. 17-25’den sonra "Dayıoğlu ta ne zaman bunlar böyle demiştin" diyen ve hakkı teslim eden tek kişi oydu. Birileri 17-25'tiden sonra benim FETÖ ile ilgili paylaşımlarımdan  dolayı "Ortada durmak lazım. Cemaat hala güçlü" derken ben FETÖ'nün karşısındaydım. Ki ortada olanların çoğu FETÖ alt edilince akşam sabah iktidarın yanında yer aldı. Buna da şahidim. Çoğu Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmış FETÖ yazılarımdan geri kalanları dilinkemigiyok.blogspot adresime FETÖ yazılırsa bulunur. 

5. Partiyi ele geçirmeye çalışan Kraliçe’nin adamları kim bilmiyorum. Zira ben bana dayatılan algılarla yaşamam. Eğer kastın kendisine cumhurbaşkanlığı teslim edilmiş kimse ise bunu bilemem. Eğer öyle ise böyle birine başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı niçin teslim edildi? Bunu sormak benim hakkım. Acaba insan seçiminde insan sarrafı değil miyiz? Yine hep olduğu gibi yanıldık mı derim. 

6. Yazılarımı takip ettiğini sanıyorum. Sünnet ve hadis üzerine de yazdım. Başkasını bilmem. Ben, ne süpürüp alanlardanım ne de süpürüp atanlardanım. Bu konuda İmamı Azam ve İmamı Maturidi'nin yolunu izliyorum. Sünnet/hadis veya gelenekçi/yenilikçi meselesi çözülmezse ileride bu ülke hadisçiler ve Kur'ancılar üzerinden büyük tartışma yaşayacak. Bu konuda Diyanete büyük görevler düşüyor. Bu mesele bir yılda üç defa sünnetin önemi ile ilgili hutbe okutmakla geçiştirilemez. Bu meseleye el atılmazsa ve vuzuha kavuşturulmazsa geçmişte Buhari, Taberi gibi insanların başına gelen günümüzde bazılarının da başına gelecek. Ki Buhari, hadis düşmanı, bazı hadisleri kabul etmiyor diye tu kaka yapıldı. Maalesef bu konularda da yazdım. Farklı düşünenleri ötekileştirmenin ve linçe tabi tutmanın faydasının olmayacağına değindim.

7. Erbakan'a hayatı zindan eden, darbeye teşvik eden molla görünümlü insanların 96 yılında Kanal D'de yayımlanan Yalçın Doğan'ın programını da unutmadım. 28 şubatın FETÖ'ye açılan bir otoban olduğunu da yazdım. Bunları unutmadım. Aynı zamanda 28 Şubat davası açıldığında şikayetini geriye çeken Şevket Kazan' ı ve kendisine dava açıldı, ne dersiniz diye mikrofon uzatıldığında muhteremin "Biz bir sıkıntı çekmedik" dediğini de (Bugün bulamıyorum o açıklamayı) unutmadım. Aynı zamanda 28 Şubat davasında yargılanıp ömür boyu hapse mahkum olanların bir gün dahi ceza almadan dışarıda dolaştıklarını da unutmadım. 28 Şubat sürecinde içeriye atılan ve ömrünü içeride geçiren ve belki de hala içeride yatan sahipsiz insanlarımızın olduğunu da unutmadım. 

8. Sizin ehli sünnet dediğiniz kim? Bugün Vahhabi Suud da ehli sünnet, cübbeli de ehli sünnet. Bence ehli sünnetin de bir tanımı yapılmalı. Sünnet düşmanı olarak ben bir Edip Yüksel'i bilirim. Mealci diye de Ercüment Özkan'ı. Diğerlerinin sünnet düşmanı olduğunu sanmıyorum. Sünnet ile hadisi karıştırmamak lazım. Sünnet, peygamberin Kur'an ayetlerinden kaynaklı uygulamalarıdır. Bunu inkar peygamberi inkar anlamına gelir. Tartışma, hadisler üzerinden. Bu konuda da hadislere mesafeli yaklaşanların Ebu Hanife ve Maturidi'nin metodunu uyguladığını düşünüyorum: Bir hadis Kur'an'a ve akla aykırı değilse bu söz peygambere aittir diye düşündüklerini sanıyorum. 

Bana bu kadar açıklama yazdırdın ya alacağın olsun. Unutma, ben onlardanım. 13.03.2021

(Devam edecek) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde