Ana içeriğe atla

Erbaş'ın Arapça Bilgisi

Sanırım bir müftü anlatmıştı. Fransa'ya görevli olarak Türkiye'den bir müftü gider. İlçenin papazı müftü ile görüşmek ister. Haber gönderir, müftünüz Fransızca biliyorsa, papaz ziyarete gelmek ister diye. Müftümüz Fransızca bilmez denerek davet reddedilir.

Bir zaman sonra papaz yine haber gönderir. Papaz efendi biraz Arapça bilir. Müftü beyle görüşme talep eder denir. Bu talebe jet hızıyla cevap verilir. Müftümüz Arapça bilmez diye. 

Elhasıl kelam, papazın görüşme talebi gerçekleşmez. 

Papazın aklına tercüman da gelmemiş olmalı. Belli ki arada kimse olmadan koyu bir sohbete dalacaktı.

Bu görüşmenin gerçekleşmemesinde en büyük eksiklik, papazın Türkçe bilmemesi. Bunun sorumlusu da herhalde müftü değil.

Papaz görüşmek için belki de Türkçe öğrendi. Üçüncü bir istekte bulundu mu, bulundu ise müftü ne gerekçe öne sürdü. Bu kısmı bilmiyoruz. 

Öyle zannediyorum, Fransa'ya görevli giden müftünün hem Türkiye'den hem de Fransa'dan iki maaş birden alması ve yabancı dil öğrenme yerine para sayma makinesi almıştır. 

Bu anlattığım, Diyanet İşleri Başkanı Arapça bilmiyor iddiaları üzerine aklıma geldi. 

Neymiş de koskoca Başkan Arapça bilmiyor. Üstelik cv'inde Arapça bildiğini yazmış deniyor. 

Tek kelimeyle bu iddia, maksadı aşan, Sayın Başkan'ı itibar suikastına maruz bırakmaya yönelik bir eylem. 

Hizmetten hizmete koşan biri için bu şekil itibar suikastı akıl alır gibi değil. 

Bereket Başkan'ın Ahmet Hakan'a gönderdiği açıklama gönlümüze su serpti. İftiracılar iftiralarıyla baş başa kaldı. 

Açıklamaya bakalım: "Aldığım şu şu eğitimler, başarıyla geçtiğim sınavlar, yazdığım tezler ve yaptığım tercümeler Arapça bildiğime bir örnektir" demiş. Ardından böyle bir akademisyeni Arapça bilmemekle itham etmek haksızlık değil mi demiş. Irak'ta Arapça tercüman kullanmasını da "Diplomatik hassasiyet gereği" diyerek, acımasızlık bu demiş. 

Arapça bilmesine rağmen tercüman kullanması, bir devlet adamı ciddiyetini gösterir ve bir zeka ürünüdür. Türkçe varken niye Arapça konuşsun değil mi? Merak ediyorum, Ali Erbaş'a soru sorana, niçin sorunu Türkçe sormadın diye eleştirmezler? Fransız papazın aklına gelmeyen tercüman Ali Erbaş'ın aklına geldiyse yine Ali Erbaş mı suçlu? Gidin işinize. 

Sonra Ali Erbaş yalan söylemiyor. Cv’inde Arapça biliyorum diyor. Arapça konuşuyorum demiyor ki. Bir dili bilen illa o dili konuşması mı gerekiyor? 

Bağımsız bir jüri Arapça bilgisi için Sayın Erbaş'ı sınav yapsa, tercüme eder, kırık mana verir. Cümlelerin irabını (ögelerini ayırır) yapar. Fiillerin çekimlerini söyler. Daha ne? 

Haydi onca okuduğu okullar, aldığı eğitimler, sınav başarısı, aldığı Prof. payesi sizi ikna etmedi. Bana da mı inanmıyorsunuz? Ben Ali Bey'in Arapça bildiği beyanına şahidim.

Nizamiyeden teslim olup son etapta bilgilerimizi aldığında, bana yabancı dilimi sormuş. Her Türk evladı gibi İngilizce demiştim. Ardından Arapça da olur mu dediğimde, niye olmasın. Dur ben de kendime Arapça bildiğim işaretini koyayım demişti. Sadece Cv’inde değil, ta asistanken Arapça bildiğini söylemişti. Hasılı adam aynı yerde ve bu dili biliyor. Durum bu iken bu kadar art niyet fazla değil mi?

Şimdi ben de Diyanet İşleri Başkanı olsam, siz ta 93 yılında Arapça bildiğim istatistiğini de ortaya çıkarırsınız. Askeriyeye verdiğiniz bilgide Arapça bildiğinizi söylemişsiniz. Haydi konuşun bakalım diye. Art niyeti bırakın. Unutmayın ki Arapça bilmek başka Arapça konuşmak başka. Siz önce bu aradaki farkı öğrenin sonra da öküzün altında buzağı arayın. 

Unutmayın ki meyve veren ağaç taşlanır. Elinizde taş kalmadı. Hâlâ taşlamaya devam ediyorsunuz. Ali Bey meyve vermeye devam edecek. Elinde kılıç gurbete çıkacak, Audi A8'e de binecek. 

Var mı diyeceğiniz? 

Siz en iyisi, gidin işinize. Çatlayın kahrınızdan ve hasedinizden... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde