Ana içeriğe atla

Günah Keçisi Hep Seçmen

"Anlamadınız değil, anlatamadım diyeceksiniz." (Süleyman Uğur) 

Yazımın başına Hocamızın bu sözünü almak istedim. Bu söz bir yemek esnasında Hocamızın bize verdiği bir hayat dersi benim için. Hem karnımızı doyurduk hem de hayat dersi aldık. 

Yazıyı siyasete getireceğim. Baştan söyleyeyim. Yazı siyasi yazı ama yazıda siyaset yok. Bir tespit benimkisi. Bir partiyi kötüleme ya da övme gibi bir niyetim hiç yok. Bu açıklamayı yapıyorum ki her seçim sonrası mağlubiyet yaşayan bazı parti taraftarlarının kulağına küpe olsun. Kapasiteleri varsa tabi. Hoş, her şeyden nem kapan, ezik yaşayan ve karnından konuşan savunmacı ve saldırgan kişiler siyasi yazı ile siyaseti pek ayırt edemez. 

Aynı zamanda bu yazı, bir gazete yazısındaki siyasi tespitleri "Siyasi partilerin lehine veya aleyhine bilfiil çalışmış olmak" maddesine girdiren sözüm ona muhakkiklere gelsin. Hoş, sipariş üzere gelen, kalemini üst makama satan kelle avcıları, bir yazının içinde parti isimlerine ve liderlerine yer verilmesinden, pekala önce siyasi içerik bulup ardından siyaset yapma sonucunu çıkarabiliyor. Böyle kelle avcılarından da başkası beklenmez zaten. Adı üzerinde kelle avcısı.

Neyse gelelim konumuza. 

Önce bir hakkı teslim edeyim. Seçimlerde mağlubiyet alan veya beklediği sonucu alamayan siyasi parti temsilcilerinden veya partilerin yetkili organlarından, seçim mağlubiyetini seçmene yıkıp seçmeni suçlayanı pek görmedim. Genelde mesajı aldık, gereğini yapacağız açıklamalarına şahit oldum. Seçmeni suçlayanlar arasında partilerin fanatikleri önemli bir yer kaplıyor. Bunlara göre seçim mağlubiyetinin sebebi hep seçmendir. Bu konuda parti ayrımı yapmıyorum. Yeter ki savunup destekledikleri parti seçim kaybetsin. Günah keçisi hep seçmendir onlara göre. Seçmeni günah keçisi ilan eden bu tip fanatiklerin partisi seçimde başarılı olursa seçmen sağduyulu karar vermiş olur ve seçmeni öve öve bitiremezler. 

Ne demek istediğim anlaşılsın diye hepimizin bildiği bazı örneklere yer vereceğim. 

Bir zamanlar destek verdikleri partilerini iktidara getirmeyen seçmene, "bidon kafalı", "örümcek kafalı", "geri kafalı", "sıkma baş", "cahil", "göbeğini kaşıyan adam", "yobaz" türünden hakaretler yapardı partilerin bazı fanatikleri. 

Seçmene böyle hakaret edince, seçmen bu fanatiklere, "Doğru söylüyorsunuz. Biz hata yaptık" deyip bir sonraki seçimde bu fanatiklerin partisine oy verip o partiyi iktidar yaptı mı? Hayır. Savundukları partiyi sittin sene iktidara taşımadı. Yani fanatiklerin zararı partilerine oldu. 

Gel zaman git zaman o partinin fanatikleri yanlış yaptıklarını anladı ve seçmeni suçlamayı ve hakaret etmeyi bıraktı. İçlerinde aynı düşünce varsa bile bunu alenen söylemiyorlar. Bu bile bir mesafe. Çünkü seçmen suçu kendinde değil de kendisini günah keçisi ilan edeni affetmez. 

Şimdi bu hakaretleri bir başka zihniyet satın aldı. Yıllardır hep destekledikleri ve peşi sıra defalarca iktidar olan partileri ilk defa seçim kaybedince kaybeden partinin yetkililerinde seçmeni suçlama yokken bu partinin fanatikleri, sosyal medya üzerinden seçmene hakaretler yağdırıyor. Hakaretleri akıl hocaları kadar çeşitli olmasa da oy vermeyen seçmene, "nankörler", "satılmışlar", "vatan hainleri" diyorlar. En çok da nankör diyorlar. Önce bir hizmeti yazıyorlar. Altına da bunu görmeyen nankörlere gelsin diyorlar. 

Merak ettiğim, bir zamanlar kendilerine yobaz, gerici, bidon kafalı dendiğinde kızıp köpüren bu insanlar, nasıl olur da düşünce hemen nankör damgası vuruveriyor yıllar yılı savundukları partiyi iktidara taşıyan seçmene? Ne ara önceki hakaret sahiplerini bu konuda hocaları kabul ettiler? Tek kelimeyle ayıptır. 

Bu tipler bilsinler ki seçmeni günah keçisi ilan edenler en büyük zararı savundukları partiye verirler. Hiç mi bu ülkenin geçmiş siyasi tarihinden ibret almazlar da hiç sevmedikleri zihniyetin fanatiklerinden akıl alırlar? Düşmeye görsün bu tipler. İçlerinde sakladıklarını bu şekilde boşaltıveriyorlar. 

Anladım ki seçmen kendilerine oy verdiği müddetçe bir numara. Desteğini çekince tu kaka. Seveyim sizin demokrasi ve sandık sevdanızı. Bu kafa ve bu akılla hiç demokrasi havariliğine soyunayım demeyin. Sizden zarardan başka hiçbir cacık olmaz. 

Yukarıda Hocamdan yaptığım alıntıya gelirsek, seçim kaybeden partilerin sempatizan ve fanatikleri, "Biz kendimizi anlatamadık, seçmeni anlayamadık, seçmeni okuyamadık, şu şu hataları yaptık" türünden bir tevazu örneği gösterseler, savundukları partiye en büyük iyiliği yapmış olurlar. Çünkü seçmeni suçlayıcı dil yarardan ziyade zarar verir. 

Unutmayalım ki ifade ettiğimiz kadarızdır. Kendimizi anlattığımız ve karşı tarafın anladığı kadarızdır. Ne olduğumuz değil, nasıl göründüğümüz ve ne şekil anlaşıldığımız önemli. Bunun yolu da suçlamak değil. Kendimizi anlatamadık demektir. Anlamadılar değil.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde