Süleyman Uğur isminde bir hocamız vardı. Dersleri zevkli
geçen bir hocaydı. Başından geçen anekdotları ve özellikle oğlu Hüseyin Avni
üzerinden anlattıkları, derse renk katan enstantanelerdi.
Lise üçüncü sınıfta dersimize
gelmişti sanırım. Sınavlarda A ve B şeklinde iki grup yapardı. Her sınavda bana
iki grubun sorularını da bırakır, ikisini de cevapla derdi. Öğrenciler, Hocam,
niye Ramazan abiye iki grubu da yaptırıyorsun dediklerinde, "Her sınavdan
sonra B grubu olan öğrenciler, Hocam, B grubunun soruları daha zordu. A grubu
olsaydık daha yüksek puan alırdık. Gruplar eşit değildi serzenişini ortaya
koyarlar. Ramazan abinize iki grubu da yaptırıyorum. Hangisi yüksek olursa o
grubu kabul edeceğim. Aynı zamanda gruplara sorduğum soruların dengeli olup
olmadığını bu şekilde test edeceğim" derdi.
Sınıf arkadaşlarım, bir grubun
sorularını yaparken ben her iki grubun sorularını da onlardan önce yapar,
öğretmene teslim ederdim.
Öğretmen sınav sonuçlarını okuduğu
zaman sınav puanım hep yüz olurdu. Arkadaşlarım, diğer kağıdın puanını merak
edip sorarlardı. Hocamız da diğer kağıttan da 100 aldı Ramazan abiniz derdi.
Gördüğünüz gibi grupların soruları dengeliymiş. Bir daha B grubu zordu falan
demeyin derdi.
Hocamızın hazır cevap olması, espri
yeteneğinin yüksek oluşu, ince ve kaliteli espri yapması aklımda kalan
yönlerinden.
Bu vesileyle hayatım boyunca
kullandığım, benim için hayat dersi olan, aklıma geldikçe kullandığım, daha
doğrusu hiç aklımdan çıkmayan bir anekdotu aklıma geldi.
Hocamız, ortaokul ve lisede 7 sene
kaldığım öğrenci yurdunda aynı zamanda nöbetçi öğretmenlik yaptı bir ara. Her masada
on kişinin oturup yemek yediği bir yemekhanemiz vardı. Her yemekte masaları
dolaşıp hem derdimizi dinler, hem konuşur hem de güldürürdü bizi.
Yine böyle bir günde Hocamız bizim
masamıza geldi. Öğrencilerle bir konuda konuşmaya başladı. Konu neydi
hatırlamıyorum. Öğrencilerden A.G. isimli öğrenci bir şeylerden dert yandı ya da
soru sordu. Öğretmen de açıklama yaptı veya cevap verdi. Hocanın verdiği cevabı
yeterli bulmayan öğrenci, "Hocam, siz anlamadınız" dedi. Öğrencinin
bu üslubu Hocamızın hoşuna gitmedi. Yüzündeki her zamanki gülümseme gitti.
Morali bozuldu. Sesini yükseltmeden şunu söyledi: "Anlamadınız değil,
anlatamadım diyeceksiniz" dedi.
O esnada hiç tepki vermedim ama içimden bravo Hocam. Böyle ince
ve anlam yüklü cevabı ancak siz verirsiniz dedim.
Bu cevabı alan arkadaş ise maalesef
bu inceliği kavrayamadı. Hocamıza, siz anlamadınız dedi durdu.
Hiç unutamadığım bu cevabı hayat felsefem edindim. Mümkün
olduğunca bu inceliğe dikkat ettim. Muhatabım beni anlamasa da yanlış anlasa da
hep anlatamadım dedim. Yani kendimi suçladım. Eksikliği kendimde gördüm. Eksikliği
kendimde bulup kendimi suçlamama, Kahta İHL’de çalışırken bazı sınıflar farkına
varmış olmalı ki “Hocam, sizin suçunuz yok ki niye kendinizi suçluyorsunuz hep”
demişlerdi.
Bu cevaptaki incelik, muhatabı suçlayıcı olmaması, kişinin suçu kendisinde bulmasıdır. Kısaca bir tevazu örneğidir. Bu cevabı alan yani anlatamadım inceliğini duyan, kolay kolay itiraz etmez, kolay kolay tartışma çıkmaz, savunma refleksine bürünmez ve muhatabına karşı saldırıya geçmez. Keşke bu üslubu hayatımıza düstur edinebilsek...
Yazıya başlarken niyetim, anlamadınız değil, anlatamadım sözüne
vurgu yapıp bir konuyu işlemekti. Konu Hocamızdan açılınca gördüğümüz gibi sayfayı
onunla doldurdum. Sadede de bir başka yazımda geleyim.
Bu vesileyle rahmetli Hocamı anmış oldum. Mekanı cennet olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder