6 Mayıs 2024 Pazartesi

Süleyman Uğur Anısına

Süleyman Uğur isminde bir hocamız vardı. Dersleri zevkli geçen bir hocaydı. Başından geçen anekdotları ve özellikle oğlu Hüseyin Avni üzerinden anlattıkları, derse renk katan enstantanelerdi.

Lise üçüncü sınıfta dersimize gelmişti sanırım. Sınavlarda A ve B şeklinde iki grup yapardı. Her sınavda bana iki grubun sorularını da bırakır, ikisini de cevapla derdi. Öğrenciler, Hocam, niye Ramazan abiye iki grubu da yaptırıyorsun dediklerinde, "Her sınavdan sonra B grubu olan öğrenciler, Hocam, B grubunun soruları daha zordu. A grubu olsaydık daha yüksek puan alırdık. Gruplar eşit değildi serzenişini ortaya koyarlar. Ramazan abinize iki grubu da yaptırıyorum. Hangisi yüksek olursa o grubu kabul edeceğim. Aynı zamanda gruplara sorduğum soruların dengeli olup olmadığını bu şekilde test edeceğim" derdi.

Sınıf arkadaşlarım, bir grubun sorularını yaparken ben her iki grubun sorularını da onlardan önce yapar, öğretmene teslim ederdim. 

Öğretmen sınav sonuçlarını okuduğu zaman sınav puanım hep yüz olurdu. Arkadaşlarım, diğer kağıdın puanını merak edip sorarlardı. Hocamız da diğer kağıttan da 100 aldı Ramazan abiniz derdi. Gördüğünüz gibi grupların soruları dengeliymiş. Bir daha B grubu zordu falan demeyin derdi.

Hocamızın hazır cevap olması, espri yeteneğinin yüksek oluşu, ince ve kaliteli espri yapması aklımda kalan yönlerinden. 

Bu vesileyle hayatım boyunca kullandığım, benim için hayat dersi olan, aklıma geldikçe kullandığım, daha doğrusu hiç aklımdan çıkmayan bir anekdotu aklıma geldi. 

Hocamız, ortaokul ve lisede 7 sene kaldığım öğrenci yurdunda aynı zamanda nöbetçi öğretmenlik yaptı bir ara. Her masada on kişinin oturup yemek yediği bir yemekhanemiz vardı. Her yemekte masaları dolaşıp hem derdimizi dinler, hem konuşur hem de güldürürdü bizi.

Yine böyle bir günde Hocamız bizim masamıza geldi. Öğrencilerle bir konuda konuşmaya başladı. Konu neydi hatırlamıyorum. Öğrencilerden A.G. isimli öğrenci bir şeylerden dert yandı ya da soru sordu. Öğretmen de açıklama yaptı veya cevap verdi. Hocanın verdiği cevabı yeterli bulmayan öğrenci, "Hocam, siz anlamadınız" dedi. Öğrencinin bu üslubu Hocamızın hoşuna gitmedi. Yüzündeki her zamanki gülümseme gitti. Morali bozuldu. Sesini yükseltmeden şunu söyledi: "Anlamadınız değil, anlatamadım diyeceksiniz" dedi.

O esnada hiç tepki vermedim ama içimden bravo Hocam. Böyle ince ve anlam yüklü cevabı ancak siz verirsiniz dedim.

Bu cevabı alan arkadaş ise maalesef bu inceliği kavrayamadı. Hocamıza, siz anlamadınız dedi durdu. 

Hiç unutamadığım bu cevabı hayat felsefem edindim. Mümkün olduğunca bu inceliğe dikkat ettim. Muhatabım beni anlamasa da yanlış anlasa da hep anlatamadım dedim. Yani kendimi suçladım. Eksikliği kendimde gördüm. Eksikliği kendimde bulup kendimi suçlamama, Kahta İHL’de çalışırken bazı sınıflar farkına varmış olmalı ki “Hocam, sizin suçunuz yok ki niye kendinizi suçluyorsunuz hep” demişlerdi.

Bu cevaptaki incelik, muhatabı suçlayıcı olmaması, kişinin suçu kendisinde bulmasıdır. Kısaca bir tevazu örneğidir. Bu cevabı alan yani anlatamadım inceliğini duyan, kolay kolay itiraz etmez, kolay kolay tartışma çıkmaz, savunma refleksine bürünmez ve muhatabına karşı saldırıya geçmez. Keşke bu üslubu hayatımıza düstur edinebilsek... 

Yazıya başlarken niyetim, anlamadınız değil, anlatamadım sözüne vurgu yapıp bir konuyu işlemekti. Konu Hocamızdan açılınca gördüğümüz gibi sayfayı onunla doldurdum. Sadede de bir başka yazımda geleyim.

Bu vesileyle rahmetli Hocamı anmış oldum. Mekanı cennet olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder