Ana içeriğe atla

Zekât Kimlere Verilmeli?

Tövbe süresi 60.ayette zekât verilmesi gerekenler 8 sınıf olarak sınıflandırılır. Bunlar:

1.Fakirler: Çalıştığı halde geliri giderini karşılamayan kesim. 

2.Miskinler: Çalışacak güç ve takati kalmamış ya da çalışmak istediği halde sağlığı el vermeyen kesim. 

3.Zekat toplamakla görevli memurlar: Zekât toplamakla görevlendirilmiş. Tüm zamanını buna harcadığı için çalışmaya fırsatı olmayanlar. 

4.Müellefeyi Kulüp: Müslüman olmadığı halde kalbimi İslam'a ısındırmak suretiyle Müslüman olması umulan kesim. 

5.Köleler: Özgürlüğünü bir şekilde kaybetmiş olanlar. 

6.Borçlular: Borç girdabına girmiş, bir başına bu borcun altından kalkamayacak kişiler. 

7.Allah yolunda olanlar: Tebliğ, irşat, savaş vb. alanda görev yaptığı için kendi işine zaman ayıramayanlar ve öğrenci olanlar.

8.Yolda kalmış olanlar: Memleketine gidecek parası olmayanlar, gurbette parasını kaptıran kesim. 

Zekât ya da yardımın kimlere yapılması gerektiğini bildiren bu sekiz sınıftan müellefe-i kuluba zekât vermeyi Hz Ömer askıya almıştır. Ayetin indiği dönemdeki kölelik bugün yok. Bu durumda an itibariyle zekât verilmesi gereken kesim altıya inmiş durumda ve geçerliliğini korumaktadır. Her ne kadar o günün zekât toplayıcısı anlamında bugün zekât toplama görevlisi diye bir görev olmasa da yardım kuruluşlarında çalışan kişileri -tüm günlerini bu işe hasretmek şartıyla- zekât memurları kapsamında değerlendirebiliriz.

Geçmiş kölelik gibi olmasa da günümüzde hapishaneye düşmüş olanlar içerisinde kefaletle çıkarılmayı bekleyen kişiler için kölelere zekât verme maddesi işletilebilir. Mesela taksirli ölüme sebebiyet verdiği için istenen kan bedelini ödeyemeyenlere zekât verilebilir. Yine işsiz insanları modern köle gibi değerlendirip bunlara da zekât verilebilir. İş bulunabilir ya da iş verilebilir.

Emekli olanlar içerisinde en düşük emekli maaşı aldığı halde yeni iş bulamayan, iş olsa da sağlığı el vermeyen emeklileri de fakir kapsamında değerlendirip zekât verilenler kesimine eklemede fayda olduğunu düşünüyorum. Kimse bunların maaşı var, sosyal güvencesi var dememeli. Çünkü bunların da tıpkı fakirler gibi giderleri gelirlerini karşılamıyor.

Belki de hayatı boyunca hiç zekât almamış en düşük emekli maaşı alan emekliler için zekât alır noktaya gelmek çok zor olacak ama bu durumda elden başka bir şey gelmiyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde