Ana içeriğe atla

Hayıflanmamak Elde Değil (1)

İnsanın bahtı yaver gidecek bir defa. Olmayınca olmuyor işte. Haliyle hayıflanmamak da elde değil. Ama neye yarar.

Bu vesileyle bir büyüğümü daha hatırladım. Vefat etti Allah rahmet eylesin. Büyüğümün de aynı okulda okuduğu bir arkadaşı imam olmuş. Kendi ise rençper kalmış. Demişti ki bir gün bana. Bu nasıl iş yeğenim? Şu caminin imamı ile aynı okulda okudum. Ses ise benim de sesim güzel. Bilgi ise ondan fazlam var, eksiğim yok    . O nerede, ben neredeyim demişti.

O zamanlar çocuktum. Bunu pek anlamamıştım. Hatta niye böyle der diye garipsemiştim. 

Gel zaman git zaman başa gelince büyüğüm yerden göğe haklıymış. Ama alacağı yokmuş dedim. 

Çaresi yok ama benim hayıflanmamam da bitmiyor. 

Senin neyin var derseniz, inan dokunmayın. Çünkü dokunuverseniz ağlayacağım. Ki ağlama gibi bir huyum olmamasına rağmen. 

Benim de bir askerlik arkadaşım var. 1993 yılının Kasım ayında şartların zorladığı bir mecburiyetle askerde aynı tabura düştük.

Kendisini akşama doğru saat 17.00 olmadan nizamiyeden girince tanıdım. Niye bu kadar geç kaldınız derseniz, askerlikte lazım olacak malzemeyi almak için Burdur'un mecburiyet caddesinde arşınladım durdum. Bir de sabah erkenden teslim olma. Akşam beşten önce varırsan, o gün askerlikten sayılır demişti bir tanesi. Gitmeden önce ne lazım, hepsini bir bir öğrenmiştim. Akıl veren de içeride pahalı olabilir, sen dışarıdan al demişti. Uydum ona. Tıraş malzemesi, boyna asılacak para cüzdanı gibi. Daha başka aldıklarım da vardı ama aklımda kalmadı. Her aldığıma da şimdi bu askeriyede ne kadardır dedim durdum. Öyle ya hesaplısı varken niye kazık fiyata içeriden alacaktım.

Nizamiyeden girip sırayla şu lazım mı, bu lazım mı stantlarını bir bir geçerken aldığım her şey orada vardı. Lazım olan yoktu. Zira hepsini almıştım. Yine de meraktan sordum fiyatlarını. Hepsi de dışarıdan aldığımdan ucuzdu. Vay anasına dedim. Hayıflandım ama son pişmanlık neye yarar.

Tüm teslimat işlerini bitirdim. Artık askeriyenin bir ferdi idim. Bu askerliği yaparak adam olacaktım. Yapmayınca zira adam yerine koymuyorlardı o zaman.

En son etaba geldim. Bir sandalye, önünde bir masa, üzerinde evrak vardı. Bir de sandalyede asker elbisesiyle oturan. Kendinden ve ne yaptığından emin bir şekilde oturuyordu sandalyesinde. Sanırsın ki yılların askeri orada. Bir askerde görünmesi nadir olan güler yüz de eksik değildi yüzünde. İlgi zaten o biçim. Hoş geldin, hayırlı olsun vatana, millete dedi bana.

Adımı soyadımı yazdı. Bazı bilgilerimi daha aldı. En son bildiğim yabancı dilleri sordu. İngilizce dedim. İngilizceye dair bildiğim de tenslerden ve sınıf geçmekten ibaretti. Bir de where are you from demek vardı. Ardından Arapça da sayılır mı dedim. Çünkü Arapça sarf ve nahiv bilgim de fena değildi. Her iki dilde de tek eksiğim konuşup anlayamamak. Haliyle hem İngiliz'e hem de Arap'a Fransız'ım. Bir de İngilizce telaffuz sorunum var. Mübareklerin dili yazıldığı gibi okunmuyor. Mesela usually yazıyorlar. Yujili şeklinde okuyorlar. Buna da genellikle diyorlar. Hoş tüm Latin dilleri böyle. Mesela Alman Niçe için Nietzsche yazıyorlar. Gördüğümüz gibi tamı tamına dokuz harf. O kadar harfi nasıl dört harfe indirip Niçe diyorlar? Hala anlamış değilim. (Devam edecek) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde