Ana içeriğe atla

Hayıflanmamak Elde Değil (2)

Neyse gelelim son masa erbabına. Ben Arapça yabancı dil olur mu, bunu da biliyorum deyince, olur, niye olmasın. Dur, ben de kendime işaretleyeyim dedi. Meğer o da biliyormuş Arapça. Ona da bu aklı verdiğimden dolayı o an kendimle ne kadar gurur duysam azdır. Bilin ki anlatılmaz yaşanır. Hele ki o günün görkemli ve gücü temsil eden, herkese ayar veren askerine, Arapça dilini bildiğini söylemek de ayrı bir cesaretti. Ayrıca masada oturan bir subay olmalıydı ve subayın Arapça bilmesi de takdirimi celp etmedi değil. Böyle asker de var demek ki. Peygamber ocağı diye boşuna söylememişler dedim. Ki benim bildiğim asker, Arapçaya ihtiyaç duyunca tercüman götürürdü.

Nizip'te çalışırken Nizip Müftüsü okulumuzdaki Arapça derslerine girerdi. Hoşsohbet biri idi. Bir gün bir anekdotunu anlatmıştı. Şöyle ki: O bölgede görevli komutanlar bazen Suriyeli komutanlarla görüşmeler yaparlarmış. Her Suriye'ye gittiklerinde veya Suriyeli askerler Türkiye'de geldiklerinde, Ahmet Hocamı da tercüman olarak yanlarına alırlarmış. Yine Suriye’de bir görüşme yapılmış. Ardından yemekler yenecek. Masalar askerler tarafından donatılıyor. Bizim komutanlar da yan tarafta oturuyorlar. Bakarlar ki Ahmet Hoca Suriyeli garson askerlerle bir tartışma içerisine girmiş ve Hocaya, Hocam ne oldu, mesele nedir, ne tartışıyorsun diye sorarlar. Hoca da "Masalara içki koyuyorlar. Bunları kaldırın. Müslüman içki içer mi? Siz Müslüman değil misiniz dedim ama kaldırmıyorlar şeklinde açıklama yapar. Bizim komutanlar, söyle o askerlere. Kaldırsınlar içkiyi. Çünkü müftünün yanında hiç içki içilir mi derler ve içkiler kaldırılır. Gördüğünüz gibi o günün askerleri Arapça bilmeseler de Müftünün yanında içki içmeyecek kadar dini hassasiyetleri yüksek.

Neyse biz gelelim bu konu dışı konulardan konumuza. Arapça yabancı dilimi yazdırıp oradan ayrıldım. Başka bir asker bize mihmandarlık yaparak bize koğuşumuzu ve yatağımızı gösterdi.

Yattık, kalktık. Sabah içtimaında toplandık. Baktım ki masada istatistik bilgilerimi alan yüksek rütbeli komutan diye düşündüğüm kişi ile aynı bataryadayız. Benim komutanım dediğim kişi de yedek subay statüsünde bir ermiş meğer. Hiç fırfırına da mı bakmadın demeyin. Ne anlarım ben fırfırdan. Üzerinde asker elbisesini, oranın kırk yıllık elemanı gibi bir görüntü çizmesini, ben sivilken onun asker elbisesi giymiş olmasını, bir de kendisine masa, kağıt, kalem ve sandalye verilmesini görünce tamam, bu adam bir subay demiştim. O kadar da komutanım demiştim halbuki.

Tanışma faslında anladım ki komutanım dediğim kişi, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalında asistan imiş. O da benim gibi bedelli askerliğe gelmiş. Tanıştıkça şaşkınlığım arttı. Ne ara benden önce geldin de komutanlarla hemhal olup samimiyet kurdun, asker elbisesini giydin ve önüne bir masa verdiler de benden kıdemli oldun. Askerlikte bir gün önce bile olsan kıdem kıdemdir dedikleri bu olsa gerek. Mübarek de ya bir gün önce ya da o günün sabahında nizamiyeden giriş yapmış. Anlamadığım, ilahiyatçı olduğunu bildikleri halde o günün askeri bu kişiyi masaya oturtarak nasıl görev vermiş? Çünkü o günün askeri bize, biz askere mesafeliydik.

Bu kişi masadan kalkıp bizimle beraber hafif tabur içtimalarına katılmakla kalmadı. 

İlk cumamızı nizamiyede kılacağız. Camiye gittik. Minbere sarık ve cübbesiyle çıkan birini gördüm. Acaba buranın kadrolu görevli imamı olabilir mi diye düşündüm. Dikkatli bakınca aynı taburda olduğumuz, daha önce masa başı işte aşina olduğumuz kişiden başkası değildi. Bizimki masa başından kalkıp minbere çıkmış. Yalnız bir eksiği vardı. O zamanlar elinde kılıcı yoktu.

İki ay boyunca tüm cumaları bu arkadaş kıldırdı. Sesi güzel, mahreci de düzgündü. (Devam edecek) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde