Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Diğer etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Sürpriz Yapmak İsteyen Bazen Sürpriz Yaşar

Bu yazımı bir arkadaşımın başından geçen askerden izin alma çabasına, eşine ve çocuklarına sürpriz yapmak isterken karşılaştığı sürprizlere ayırmak istiyorum. Aslında bu anıyı kendisinin ağzından dinlemek lazım. Kaç defa ağından dinlemişten katıla katıla gülmüşlüğüm vardır. Kendisinden şu başından geçeni yazı gönder, yazı konusu edineyim demiştim. Sağ olsun, gönderdi: “1993 yılının 15 ocağında kayın biraderimle birlikte 2 aylık bedelli askerlik için Burdur 59'uncu Topçu Tugayına teslim olduk. 15 günlük eğitimden sonra bize yemin merasimi yaptırdılar ve hafta sonu iki gün izin verdiler. Ancak izin alabilmemiz için 1. dereceden bir yakınımızın imzası olması gerekiyordu. Baba, anne, amca, dayı, hala, teyze gibi. Kayın ile beraber askerlik yaptığımız için o soyadı tutan bir arkadaşın annesine imza attırdı ve işini halletti. O gidince benim de gitmem gerekiyordu Bir başıma kalamazdım. Birisini bulup yakınımdır diye imza attırmak için nizamiyeye gittim. Sakallı birisini görünce k

Sonu -YON ile Biten Kelimelerde Var Bir Şey *

Otururken sonu -yon ile biten kaç kelime sözcük olduğunu, bunların kaç tanesinin olumlu anlam içerdiğini merak ettim. 261 tane varmış. Bu kelimelerin birkaçı hariç hepsi Fransızcadan dilimize geçmiş. Daha doğrusu Fransız hayranlığını yaşadığımız devirde bir Fransız sözlüğünden dilimize aynen aktarılmış. Bu kelimelerin çoğunu dilimizde kullanıyoruz. Türkçesi diye türetilenlerin/uydurulanların kullanılmadığını, kullanılacaksa da ne anlama geldiğini bilmek için sözlüğe bakmak gerekiyor. Kısaca bu Fransızca kelimeleri özümsemişiz, Türkçe gibi olmuş. Yerine TDK tarafından önerilen karşılığı ise bize yabancı ve pek kullanılmıyor. Biz de elimize hacmi büyük ve bol sayfalı TDK sözlüğünü alınca ne zengin bir dilimiz var diye övünüyoruz durmadan. Dilimize başka dillerden geçmiş, söylendiği zaman anlaşılabilen yabancı kelimelere karşı değilim. Türkçe olmasa da bunları Türkçeleşmiş olarak görürüm. Çünkü dil dediğin anlaşmak için kullanılan bir araçtır. Yabancı kelimelere karşı olmasam da diller ar

Olmayacak ve Onmayacak Çocuk İlkokuldan Belliymiş

Ne zamandır aklımdaydı. Bugün yarın derken öteleye öteleye bu zamanı buldu diploma defterine bakmam. Bakacaktım ki adam olacak çocuk o zamandan beri belli imiş diyecektim. Beni bu diploma notunu öğrenmeye iten esas sebep, bu dönem atanmış bir rektörün rektör olduktan sonra basında yer alan başarılı geçmişi idi. Konya'da bir İlkokulu birincilikle bitirmişti. Gıpta ettim kendisine. Kıskançlık da var tabi. Demek ki başarı tesadüfi değil. Ta o zamandan belli imiş. Ben de heyecanla dönemimde mezun olanların diploma defterine baktım. Acaba İlkokulu birincilikle bitirmiş olabilir miydim? Baktıkça moralim bozuldu. Moralim bozuldukça canım sıkıldı. Zira birinciliğim olmadığı gibi ilk üçte bile yoktum. 64 kişi içerisinde 6.lığı 5 kişiyle paylaşmışım. Demek ki bir kesere sap olamayışımın temelinde ilkokul yatıyor. Ne de olsa temel eğitim. Temel iyi değilse çatı ne yapsın. Hasılı, havalı girdiğim okuldan omuzların inerek ayrıldım.  Biraz sakinleşince -ki bu sakinleşmem epey zamanımı aldı. Anla

Erkekler, Bu Görevinizi Biliyor muydunuz? *

Bir derdim var. Bunu sizinle paylaşsam mı, paylaşmasam mı diye düşünmüyor değilim. En iyisi paylaşayım gitsin. Paylaşırsam derdim azalmış olur belki. Derdimi zorlama bir bilmeceyle açayım: Marketten aldım beş poşet, dışarı götürdüm yirmi poşet. Bilin bakalım bu nedir? Dışarı bir şey götürmüyorsanız, nereden bileceksiniz. Ancak benim gibi eşekten düşenler bilir: Çöp efendim çöp. Günübirlik markete giden biri değilim. Bazen haftada bir veya on günde bir giderim. Marketin hiç sağına soluna bakmadan listede olan temel ihtiyaçlarımı alır çıkarım. Ödemeyi yapıp aldıklarımı mutfağa çekince derin bir oh çekerim. Derin oh çekmem uzun sürmüyor. Çünkü ne zaman dışarı çıksam -ki günlük çıkmasam olmaz- bunu giderken çöpe atıver ya da dışarıya poşet koydum, onu da götürüver, talimatı alırım. Poşette ne olabilir diye hep merak ederim. Fakat içini açma imkanım bugüne kadar hiç olmadı. Zira poşetin içinde bir belki de iki poşet. Ağzı da bir güzel bağlanmıştır. Deri sarar gibi desem, mesele anlaşılm

Kesmece Bu!

Markette bu kocaman bir karpuza ilişti gözüm. Tın tın sesi duyuncaya kadar vurdum kendisine. Sonunda bir tın sesi duydum gibi. Güç-bela tartıya getirdim. Kg olarak bir 14 gördüm. Sonrasına bakmadım. Poşet bile dayamadı kendisini. Elime alıp kaldırmak, arabaya kadar taşımak ve sonrasında kırmadan koymak bir mesele. Bereket eve gelince oğlana taşıttım. Dikkat et, kırarsan ben de seni kırarım, dedim. Baktı ki pabuç pahalı. Kırmadan mutfağa götürdü oğlan. Şimdi ailecek düşünüyoruz: Karpuzu niçin bu kadar büyük almışım? Daha küçüğü yok muydu?  Bu karpuz, lavabonun önüne konup nasıl yıkanacak? Hangi bıçak bu karpuzu kesebilir? Kestik diyelim, geri kalanı dolaba nasıl koyacağız? Ev halkı bunları düşünedursun. Beni düşündüren de bunca meşakkatin ardından ya bu karpuz, içini yemişse... İşte bu beni bitirir: Verdiğim paraya mı acıyayım, güç bela taşıdığıma mı? İçi geçmiş karpuzun yüreğimi serpen sevindirici yanı, bereketli olmasıdır. Önüme konar konar kalkar. Bu karpuz bitinceye kadar yeni karpu

Bana Ondan Bahset Deseler...

-İlk göz ağrım oğlumun gözüyle ben- Bana onu anlat deseler, anlat anlat bitiremem herhalde… Çünkü kelimeler kifayetsiz kalır. Kendi gözünle görerek tespit etmek daha anlamlı olur. Ahlaki hasletleri tek tek saymadan hepsinin kendisinde olduğunu görürüm. Şunu söylesem yanılmam. Doğallık denince aklıma kendisi gelir. Ben kendisini tanıdığımdan beri doğaldır. Hiç yapmacıklığı olmaz, yapamaz da zaten. İnsanların en büyük sorunlarından bir tanesidir doğallık. İnsanlar fotoğraf makinesine verdikleri pozlar gibi tavır sergileyebiliyor. Kendisi neyse odur. İçi de bir dışı da birdir. Hatta fotoğraf çekiminde bile doğallık akar kendisinden. Gençliğin en güzel yıllarını sıkıntı yokluk içinde geçirmiştir. Sıkıntıyı görerek bugünlere gelmiş birisidir. İki odalı bir evde 7 kardeş olarak yaşayarak, maddi sıkıntıları görerek, açlığın ne demek olduğunu bilerek yetişen ve evin tek okuyanıdır. O dönemlerde okumak tabiri caizse iğnenin deliğinden deveyi geçirmek gibi bir şey sanırım. Bir de kişinin okuması

Koltuk Bana Pahalıya Patladı

Bir vadi dolusu altını olsa ikinci vadiyi isteyen insanoğluna ilaveten bir koltuk sevdam olduğunu sağır sultan bile bilir. İlgi alanıma girsin veya girmesin boşalan her koltuğa karşın içim kıpır kıpır olur, üzerine bir de gelin güvey olurum.  Günler ayları, aylar yılları kovaladı. Bendeki bu sevda bitmedi. Ben bir yüzümü karartarak yoluma devam ettim. Vermeyenler de iki yüzünü karartarak. Benim için işin sevindirici yanı da bu.  Tam olmayacak, demek ki bahtım kapalı demeye başladığım ahir ömrümde, önüme bir koltuk tercihi kondu. İstiyorsan buyur dendi. Uzaktı. Buna değer miydi, madem isteyecektim altı yıl önce bunu niye istemedim? İstemesem, ileride keşke istesem iyi olurmuş da diyebilirdim. Aman neyse ne? Zaten yıllardır böyle bir koltuk beklemiyor muydum. Bir şansımı deneyeyim. Hem böylece cebimi doldurmuş olurum. Olmadı, döner gelirim dedim ve istedim.  Göreve başladım, işime gidip geliyorum. Bir koltuğun sahibi oldum ama bu koltuğun maliyeti bana pahalıya patlayacak görünüyor. Nime

Yerli ve Yabancı Film/Diziler *

Bugün size yerli film/dizi ve yabancı film ve dizilerden bahsedeceğim. Daha doğrusu arasındaki farklardan bahsedeceğim: Yerli film ve diziler hangi sinema ve TV'de yayımlanırsa yayınlansın film ve dizide işlenen konular üç aşağı beş yukarı birbirinin aynısıdır. Gören de bu ülke konu sıkıntısı çekiyor diye düşünür. Yabancı film ve dizilerde ise konular, hayatın içinden, alabildiğine geniş. Bu da bizim senaristlerin ufkunun ne kadar dar olduğunu gösteriyor. Yabancı diziler 40/50, bilemedin bir saatte biterken bizde bir önceki haftanın tekrarı bir, yeni bölüm ise yaklaşık üç saat sürer. Bu üç saatte çok mu konu işleniyor? Ne gezer. İlk bölümlerde konuya hızlı bir giriş yapılır, sonraki haftalar uzatmalara oynanır. Bildik sahneler tekrarlanır durur. Sanırsın ki ağır çekim gösterimi var. Seyrederken birkaç işi birden yaparsın ve film ve diziden bir şey kaçırmazsın. Birkaç hafta bakmayıp durum ne diye o değilden bir bakarsan, dizinin bıraktığın sahnelerinin aynen devam ettiğini görür

Berberimle Başım Dertte*

Bir berberim var. Salgın dönemi hariç tüm saç tıraşımı ona oldum. Biraz da başka berbere gideyim demedim. Huyumdur, tuttuğumu kolay kolay bırakmam. Bu sadece benim değil, milletimizin bir özelliği. Bir yamukluğunu görünceye kadar bizi dükkanından kovsa bile ona gitmeye devam ederiz. Bir de Allah var, berberim çok iyi. Hem işinin ehli hem de ilgi ve alakası çok güzel. Tıraş olmaya kendim gitmeye devam ettiğim gibi başka tanıdıklarıma da bu berberimi tavsiye ettim. Birçok berber kıt kanaat geçinirken hatta tüm berberlerin kazancı kendisinin yarısı bile etmezken benim berber, müşterisini artırmaya devam etti. Müşteriye cevap vermek için yanında kendisi gibi çalışanlara da yer verdi. Usta, kalfa, çırak arasında muhteşem bir uyum vardı.  Gel zaman git zaman, berberime gitmeye devam ediyorum ama berberim eskisi gibi değil. Ben aynı yerdeyim ama o çok değişti. Gerçi değişmedim diyor ama belli ki değişti. Bunu müşteri kaybetmeye başlamasından da anlayabiliriz. Niçin müşteri kaybediyor? Çünkü

Bitirirken *

09.12.2015 tarihinde, gazetemizin bu sayfasında "Başlarken" başlığıyla çıkmıştı ilkyazım. Her başlangıcın bir bitişi olduğu gibi bugün de "Bitirirken" başlığıyla size veda ediyorum. Gazetemizin sahibi Sayın Ahmet Baydar Beyefendinin teklifiyle yazı hayatına gazetemizde başlamıştım. Benim için ilk denemeydi. Acemiliğimi burada attım anlayacağınız. Yazmaya başlarken neyi dert ediniyorsam, onu yazacağım demiştim. Dediğim gibi de yaptım. Kelime dağarcığım ve kapasitem ne kadarına el verdiyse yazmaya çalıştım, hiç ara vermeden. Genelde toplumsal olaylar başta olmak üzere hemen hemen her konuya değindim. Pazartesi, çarşamba, cuma ve cumartesi günleri çıkan yazılarımdan dolayı gazetemden, "Bu yazıyı yayımlayamayız" şeklinde bir endişe sezmedim. Bir ara dört ay kadar müstear isimle bir başka gazetede yazarken gazete yönetiminin korkusundan yayımlayamadığı yazımı, Anadolu'da Bugün gazetesine gönderdim. Yazım hiç tırpan yemeden yayımlandı. Anlatmak istediğim

“Allah taksiratını affetsin!” *

Bir sala duyduğumuzda cenazeyi tanımasak bile “Allah’tan geldik, yine ona döneceğiz” anlamına gelen “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” ayetini dilimizden düşürmeyiz. Bir yakın ve tanıdığımızın cenazesine katıldığımızda veya bir taziyeye gittiğimizde “Allah rahmet eylesin”, “Mekanını cennet eylesin”, “Allah sabırlar versin”, “Başınız sağ olsun” şeklinde taziyelerimizi bildiririz. Bugünlerde bu duaları daha çok yapıyoruz. Çünkü salgın nedeniyle bugünlerde ebedi aleme daha fazla kişi gönderiyoruz. Cenaze ve taziyelerde yaptığımız bu dualara ilaveten dilimizden düşürmediğimiz bir dua daha var: “Allah taksiratını affetsin!” Kusurlar, suçlar anlamına gelen; taksir kelimesinin çoğulu olan taksirat, vefat edenin ardından halkımız tarafından dua niyetine sıkça söylenir. “Allah kusurlarını/hatalarını/günahlarını affetsin” anlamına gelir. Vefat edenin ardından yapılan ve yazılan duaların en güzeli belki de. Çünkü duada kullanılan taksirat kelimesinde aynı zamanda bir incelik var. Taksi

Türk Telekom Ses Verdi *

Cumartesi günü gazetemizde yayımlanan "Türk Telekom'a Açık Mektup" başlıklı yazım üzerine, Türk Telekom aynı gün aradı. D... isimli müşteri yetkilisi "Bize yazdığınız açık mektup üzerine aradığını, yardımcı olmak istediğini söyledi. Kendisiyle yaklaşık 26 dakikalık bir görüşme yaptım. Görevliye, yazımda dile getirdiğim hususları kısaca izah ettim.  Bu kısa girizgâhtan sonra temsilcinin verdiği cevaplara geçmeden önce bir hususu belirtmek isterim. Hem cumartesi ve bugün yayımlanan yazım, her ne kadar benim şahsi meselem olsa da cumartesi günkü yazımı sosyal medyada paylaşınca sorunun, sadece benim sorunum olmadığını, bu vb. konularda GSM operatörü müşterilerinin sorunlarının da ortak olduğunu yazdıkları yorumlarından anladım. Yazmış olduğum açık mektupla mağdurlara tercüman olmuş oldum. Bu açıklamadan sonra müşteri temsilcisinin yazıma ve söylediklerime binaen verdiği cevaplara kısaca yer vermek istiyorum: Herhangi bir taahhüdüm bulunmamasına rağmen tahakku

Bu Göbeği Erit de Göreyim! *

Salgın dolayısıyla; Yasaklarla tanıştık. Daha önce yaptığımız birçok davranışımızı yapamaz olduk. Temizliği öğrendik hem de paranoyak seviyesinde. Yıkadığımız yeri bir daha yıkıyoruz. Olur olmaz her şeye dokunamaz olduk. Camiyi, cemaati, cumayı unuttuk. Kimseye ziyarete gitmiyoruz, kimseyi evimize kabul etmiyoruz. Tokalaşmıyoruz, sarılmıyoruz.  Sosyal mesafeyi öğrendik. Eskisi gibi insanlarla laubali değiliz. Tanışmak için bir nerelisin bile diyemiyoruz. Maske takar olduk. Sokak ve caddeye çıkınca, alışveriş için bir işyerine girince, biriyle karşılaşınca, kalabalık bir ortama girince hemen maskemizi geçiriyoruz yüzümüze. Gördüğüm kadarıyla maskesi olmayan yok. (Sosyal medyada maskem yok, maskem gelmedi diyenlerin gerçekten maskeleri yok mu?) Her akşam anlatıla anlatıla hepimiz koronavirüs üstadı olduk. Bir yere dokunduğumuzda, alışveriş yaptığımızda, dışarıya çıkıp girdiğimizde ne yapacağımızı çok iyi biliyoruz: Lavaboya marş marş! Ölümü burnumuzdan soluduğumuzdan h

Bir Din Bilgini Profili ***

Nice akademisyenler bilirim, çoğu sahasında yeterli değil. Yeterli ise de satıcılığı yoktur. Satıcılığı varsa da kibrinden yanına varılmaz. Tüm bilgileri, kendilerinden bir şey koymaktan ziyade öncekilerin bilgilerini nakletmekten ibarettir. Nice makam sahipleri bilirim, gücünü koltuğundan alır. Koltuğa otururken dağları ben yarattım gibi oturur. Koltuk altından gidince esemesi okunmaz, yok olur gider.  Bahsettiğim akademisyen ve koltuk tipleri bir şey üretmez. Övmeyi ve övülmeyi pek severler. Ömürlerini kendilerini koltuğa getirenleri övmek ve savunmakla geçirirler. Övüp savunacak ki koltuğu yoksa kendisine koltuk verilsin. Koltuğu varsa koltuğu sallanmasın ya da daha üst makamlara göz kırpsın ve daima mukarrabünden olmaya devam etsinler. Akademisyen olmuş ve bir koltuğa layık görülmüş niceleri de vardır ki altlarında koltuk olsa da koltuk altlarından çekilse de kalitelerini daima konuştururlar. Varlıkları, söz sahibi olmaları ve adlarından söz edilmesi koltuğa bağlı değildi

2020’yi Nasıl Hatırlayacağız? ***

2020 yılının geri kalan 9 ayında bizi daha neler beklediğini bilmediğimiz gibi bir öngörüde de bulunamıyoruz. Plan zaten yapamıyoruz. Çünkü burnumuzun önünü göremiyoruz. Her şeyimizi öteliyoruz şimdilik. İlk üç ayında yaşadıklarımıza bakarak bir gün bize, 2020 yılı denince siz bu yılı nasıl değerlendirirsiniz, bu yıl size neyi hatırlatıyor, siz olsanız bu yıla hangi adı verirsiniz…dense ne cevap veririz? (tabi yaşayıp o günleri görürsek) ·          Salgın/virüs/mikrop/felaket/afet yılı, (Yediden yetmişe bu salgını iliklerimize kadar yaşadık, hala yaşıyoruz: Hem ilmel yakin hem aynel yakin hem de hakkal yakin) ·          Maske yılı, (Maskeler yok satıyor, varsa da el yakıyor. Devletler, maske temin etmekte zorlanıyor. Maske kapmak ve maske yaptırmak için devletler, nerede ise maske savaşı veriyor...Tüm zorluğuna rağmen insanlar maske takıyor…) ·          Dezenfektan yılı, (Mikropları kırma özelliği olan bu ürünü bulmak, tıpkı maske gibi oldu, yok sattı. Bulan da fiyatını görünce