Ana içeriğe atla

Koltuk Bana Pahalıya Patladı

Bir vadi dolusu altını olsa ikinci vadiyi isteyen insanoğluna ilaveten bir koltuk sevdam olduğunu sağır sultan bile bilir. İlgi alanıma girsin veya girmesin boşalan her koltuğa karşın içim kıpır kıpır olur, üzerine bir de gelin güvey olurum. 

Günler ayları, aylar yılları kovaladı. Bendeki bu sevda bitmedi. Ben bir yüzümü karartarak yoluma devam ettim. Vermeyenler de iki yüzünü karartarak. Benim için işin sevindirici yanı da bu. 

Tam olmayacak, demek ki bahtım kapalı demeye başladığım ahir ömrümde, önüme bir koltuk tercihi kondu. İstiyorsan buyur dendi. Uzaktı. Buna değer miydi, madem isteyecektim altı yıl önce bunu niye istemedim? İstemesem, ileride keşke istesem iyi olurmuş da diyebilirdim. Aman neyse ne? Zaten yıllardır böyle bir koltuk beklemiyor muydum. Bir şansımı deneyeyim. Hem böylece cebimi doldurmuş olurum. Olmadı, döner gelirim dedim ve istedim. 

Göreve başladım, işime gidip geliyorum. Bir koltuğun sahibi oldum ama bu koltuğun maliyeti bana pahalıya patlayacak görünüyor. Nimete mi kondum yoksa külfete mi? Buyurun, birlikte bakalım: 

Öğretmen iken belediye toplu taşıma araçlarına öğrenci fiyatından indirimli biniyordum. Koltuk sonrası ise bindirimli yani tam bilet kullanmaya başladım. Yani otobüslere daha fazla ödüyorum. 

Öğretmen iken maaşıma uzman öğretmenlik adı altında uzman öğretmen olmayanlara oranla ilave para yatırılıyordu. Koltuğa oturur oturmaz, uzmanlıktan kaynaklanan fazla ödeme ilk maaşımdan kesildi. Yani yine uzmanım ama getirisi olmayan bir uzmanlık benimkisi. Üstelik götürüsü oldu. 

İLKSAN'a bir kesinti yapılmıyordu benden. Koltuğa oturur oturmaz zamlı temmuz maaşlarına gelinceye kadar her ay 96 lira İLKSAN'a benden kesinti yapılmış. Bu neyin nesi dediğimde öğrendim ki ben İLKSAN'ın tabii üyesi oluyormuşum. Yani benden her ay bu kuruluşa kesinti yapılıyor. 

Daha önceki işim, yürüyüş mesafesiyle 8-9 dakika iken koltukla beraber arabayla her gün 160 km yol yapıyorum. Yol masrafı, yol yorgunluğu, zaman kaybı, aracımın yıpranması vs. 

Okul müdürlüğü yapanların ve haftasonu DYK'ye giren öğretmenlerin maaş ve ek derslerini ben imza altına alıyorum. Her imza atışımda ilgili kişilere tahakkuk eden ücrete bakıyorum. Hepsinin maaş ve ek ders geliri benimkinden yüksek. 

Sendika üyesi iken devlet üç ayda bir hesabıma sendika aidatı yatırır. Bu yatırılan aidat her ay üyesi bulunduğum sendikaya yatırıldıktan sonra geriye çay parası kalıyordu. Sendika üyeliğinden ayrıldıktan sonra hesabıma aidat yatmadığı için geriye çay parası da kalmaz oldu. 

Öğretmenken kar ve salgın gibi olağanüstü durumlarda okullar tatil edilince okula gitmez, bir güzel uyku çekerken koltukla beraber bana hava muhalefeti işlemiyor, kar-kış, virüs demeden yola düşüyorum. 

ÖSYM'nin yaptığı merkezi sınavlarda salon başkanı veya gözetmen olmak için başvuruda bulunabiliyorken görev çıktığında hesabıma ücret yatıyordu. Şimdi böyle bir görev bile isteyemiyorum. 

Öğretmenken bayram ve tören günlerinde bir güzel tatil yaparken koltukla beraber soluğu görev yerinde alıyorum. 

Gördüğünüz gibi para gelmiyor hatta çıkıyor hep benden. Halbuki ben de sanmıştım ki bir koltuk sahibi olursam koltukla beraber maaş ve diğer gelirlerim de artacak. Üzerine bir de meşakkat ve sorumluluk bindi. Heyhat ki heyhat... 

Bu demek değildir ki bu koltuğun bana hiç getirisi yok. Bir cumartesi herkes evinde mışıl mışıl uyurken ben, sabah sekize gelmeden evden çıktım. 75-80 km yol gittim. Akşam altıya kadar İLKSAN seçimlerinde komisyon başkanlığı yaptım. Sonra geldiğim yolları bir kez daha teptim. Karşılığında İLKSAN Genel Müdürlüğü hesabıma 47,65 kuruş yatıracak. Halihazırda bir ay geçti. Daha alın terimin karşılığı hesabıma geçmedi. Bu hakkı da teslim etmek isterim. Bunu da antrparantez belirtmek isterim. 

Sahi siz olsanız, getirisi olmayan, götürüldü olan böyle bir koltuğa koşar mıydınız? 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde