Ana içeriğe atla

Bana Ondan Bahset Deseler...

-İlk göz ağrım oğlumun gözüyle ben-

Bana onu anlat deseler, anlat anlat bitiremem herhalde… Çünkü kelimeler kifayetsiz kalır. Kendi gözünle görerek tespit etmek daha anlamlı olur. Ahlaki hasletleri tek tek saymadan hepsinin kendisinde olduğunu görürüm. Şunu söylesem yanılmam. Doğallık denince aklıma kendisi gelir. Ben kendisini tanıdığımdan beri doğaldır. Hiç yapmacıklığı olmaz, yapamaz da zaten.

İnsanların en büyük sorunlarından bir tanesidir doğallık. İnsanlar fotoğraf makinesine verdikleri pozlar gibi tavır sergileyebiliyor. Kendisi neyse odur. İçi de bir dışı da birdir. Hatta fotoğraf çekiminde bile doğallık akar kendisinden. Gençliğin en güzel yıllarını sıkıntı yokluk içinde geçirmiştir. Sıkıntıyı görerek bugünlere gelmiş birisidir. İki odalı bir evde 7 kardeş olarak yaşayarak, maddi sıkıntıları görerek, açlığın ne demek olduğunu bilerek yetişen ve evin tek okuyanıdır. O dönemlerde okumak tabiri caizse iğnenin deliğinden deveyi geçirmek gibi bir şey sanırım. Bir de kişinin okuması için maddi desteğin yanında, manevi olarak desteğe ihtiyaç duyar. Lakin hısımlarından destek görmemesine rağmen kendi gayretleriyle okuyabilmiştir. Fakülte bitmeden evlenip, 3 çocuk sahibi olduktan sonra mezun olmuştur. Şimdilerde işi olmadan kimseye kız verilmez. Çünkü nasıl geçinecekler, işi sağlam mı, kariyer getirir mi vb endişesi hakimdir. Bu endişelerin yersiz olduğunun göstergesidir evliliği…

Öğretmen olarak göreve başlayıp, uzun yıllar farklı yerlerde görev yaptıktan sonra memleketine gelmiştir. Halen görev yapmaktadır. Ben layıkıyla görev yaptığı kanaatindeyim. Memleketine gelmesiyle beraber idareci de olmuştur. Hayatının her anında olduğu gibi, idareciliğinde de kimseye yaranmak içinde olmamıştır. Biz biliyoruz ki bir yerlere gelmek istiyorsan birilerinin emir eri olacaksın. Biz doğruya doğru diyenleri ve yanlışa yanlış diyenleri hep dışlarız. Kendisi de birilerinin dediği dedik olmadığı veya birilerine şirin gözükmediği için görevinden el çektirildi. El çektirildikten sonra hatıra  binaen tekrar idareci oldu. Lakin tekrar geldiği zaman kendisini o yerde yük bildi.  İdarecilik yaptığı yerler ya kıyıda olan yerler ya da çift vasıta ile gidilebilecek yerlerdi. Zorluk ve sıkıntıya göğüs geren bir kişidir. Rahat bir yaşamı olmamış. Rahatlığa düşman diyebilirim. Herkesin rahatına düşkün olduğu, kendisi de rahatlığa ermesine rağmen, yine de rahatlığı tercih etmeyen nadir kişilerdendir.

Mal mülk de gözü olmayan, hevasına uymayan, hayatımda şu ihtiyaçlarım niye olmadı diye hiç dert edinmeyen, kazancının kıymetini bilen, tasarrufu kendi hayat felsefesine empoze eden, her şeyin en olumsuz tarafını düşünerek kendini o duruma hazırlayan, riski hiç sevmeyen, kimseyi incitmemeye gayret eden, incitse bile gönül almasını bilen, hazır yiyici olarak tasvir ettiği nesli kendine dert edinen, eski tarihlerden beri adam dışlama odaklı anlayışımızın kıyısından köşesinden geçmeyen, insanların bankaya başvurmadan yapamadığı günümüzde, kendisinin elinde varsa bir şeylere sahip olan, yoksa hiç dert edinmeyen, zorla kimseye bir şey yaptıramayacağının idrakinde olan  vb. yukarıda saydıklarımdan başka sayamadığım daha nice özellikleri olduğunu biliyorum.

Şimdilerde ne mi yapıyor? İdarecilik kendisine kambur geldiğinden, asıl mesleği olan öğretmenliği idame ettirmeye çalışıyor. Zaten idarecilik görevinde olduğu zamanlarda da soranlara hep öğretmenim dedi. Mütevazılık  bu olsa gerek. 4-5 yıl önce başladığı yazı yazma alışkanlığını sürdürüyor. İlk başlarda sonradan açtığı sosyal paylaşım sitesinde yazardı veya köşe yazısı paylaşırdı. Belli süreden sonra birinin açıverdiği blogunda yazılarını yazmaya başladı. Yazmaya hala devam ediyor. Yerel gazetelerde de zaman zaman yazıları yayımlanıyor.  Yazılarında ne yazıyor derseniz. Ne yazmıyor ki derim. Yerel gazeteye başlarken yazdığı ilk yazıda ne yazacağı hususunda şöyle demişti: “Ne mi yazacağım, neyi dert edindiysem onu yazacağım.” Gerçekten öyle idi. Kah güncel kah siyasi kah dini kah ahlaki kah eğitim-öğretim kah sosyal-kültürel kah tarihi kah toplumsal sıkıntıları alıntı ve fıkraya  başvurarak meramını yazıya döküyor. Yazılarının hepsi benim nezdimde güzeldir. Lakin öyle yazıları var ki, mükemmeldir. Olaylara dar bir pencereden bakmayışı, adam kazanma odaklı anlayışı, kimseyi üzmeden derdini anlatması, siyasi olaylara veya kişilere karşı objektif olması, kimsenin savunuculuğunu yapmayışı, (mezhep, tarikat, cemaat, hoca, siyasi) bir kesim veya bir gruba yaranma gibi niyetinin olmayışı, sağduyulu veya aklı selim perspektifli bakışını, itidali hakim kılma hedefini, yozlaşmanın boyutlarını, ileriyi görme çabasını, eğitim ve öğretimdeki ufuk açıcı tavsiyelerini, çalışmanın da ibadet olduğu düsturunu benimseyişi, devletin malını her daim yetim hakkı olarak görüşü, adalet mefhumunu dile getirişi, aklın kiraya verilmeyeceğini her daim söylemesi, her kişiden bilgi sahibi olunabileceğini öğretmesi, bir olgudan bahsederken kişileri ayyuka çıkartmadan anlatması, Allah'ın bir ayetinde “ Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya “ düsturunu benimseyişi vb.  duygu ve düşüncelerini dile getirerek ifa etmektedir. Onun belki de en çok korktuğu veya çekindiği kişiler olarak gördüğü; 1- Aklını başkasına teslim eden, 2- Sıkıntısız veya zahmetsiz yetişen, her şeylerini zamanında elde eden çocukların akıbetidir.

Bu kişinin hiç  hatası yok mu ? Elbette vardır. İnsan beşer şaşar bir varlıktır. Ben eleştirecek yanı hususunda, siniri derim. Sinir öyle bir illet ki dededen oğula, babadan oğula saltanat misali geçmektedir. Siniri ailenin neredeyse tüm efradına sirayet etmiştir. Anlık ve olmadık yerdeki çıkışları herkesi psikolojik olarak etkilemektedir. En çok da kim bu durumdan muzdarip derseniz. Ben eşini söylerim. Şimdiki kadınlara ağzını açamazsın. Seni doğduğuna pişman ederler. Ben ondan razı Allah da ondan razı olur inşallah… Yukarıda kimden mi bahsettim. Çok iyi tanıdığım birinden… 23/03/2017
Ahmet Emin YÜCE

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde