Ana içeriğe atla

Maden Suyunu Nereden İçmek İstersiniz?

Akşam serinliğinde yürüyüşe çıkmak geldi içimden. Ne tarafa gideyim derken bize yol, elektrik ve su olarak dönen belediye yürüyüş parkurunda yürüyeyim dedim. Eşofman ve tişörtümü giydim. Başka da bir şey almadım. Telefonu saymıyorum. Zira o benden bir parça.

Dışarı çıkacağımı gören eşim, (her ne kadar kendisi bir birey olsa da ben affınıza sığınarak eşim diyeceğim bazen de içişleri bakanı) ben de geleyim dedi. Ben tempolu ve fazla yürüyeceğim. Bana ayak uyduramazsın. Geleceksen de arkadan gel. Ben yürürken sen bankta oturursun dedim.

Tam çıkacağım vakit oğlan ben de çıkacağım, seni parkura bırakayım dedi. Yok evlat, ben yürüyüşe giderken asansörle inenlerden ve yürüyüş yerine arabayla gidenlerden değilim. Sen en iyisi beni değil, anneni bırakıver dedim, evden çıktım.

Hızlı hızlı parka geldim. Park tıklım tıklımdı. İnsanımız serin havayı görünce atmış kendini parka. Çay bahçesinde boş sandalye yok. Çimlere varıncaya kadar sere serpe oturulmuş. Tek tük parkurda yürüyenler var. Köpek gezdirenler de eksik değil. Hiç oyalanmadan parkura girerek yürüyüşümü devam ettirdim. Yürüdükçe yürüdüm, hızlandıkça hızlandım, döndükçe döndüm. Bir ara önümde yürüyen bir hanımefendi gördüm. Olsa olsa bizim hanımdır bu dedim. Çünkü hem yürüyüşü eşimin yürüyüşü idi hem de elindeki para çantası tanıdık geldi. Şunun çantasını alıp kaçayım. Hem böylece kapkaççılık nasıl yapılırmış, tecrübe edinirim dedim içimden. Yaklaştım, tam elimi çantaya götürecekken ya hanım değilse ya benzeyen biriyse, işte o zaman başa gelecekleri sen düşün dedim. Çünkü can havliyle “Yetişin Müslümanlar! Hırsız çantamı aldı” şeklinde bir çığlık atsa imdada gelecek etraftaki kalabalığın linçine maruz kalmak da vardı işin ucunda. Ben bunun eşiyim deyinceye kadar postu çoktan deldirirdim. Vurdukça vururlardı. Tekmeleri sayamıyorum… Baktım pabuç pahalı, vazgeçtim.

Tam yanından geçerken yan gözle baktım. Pandeminin tüm kurallarına uyarak yavaş yavaş yürüyen kişi bizimkinin ta kendisi. Selâm verip geçtim hızımı kesmeden.

Kaç tur attım bilmiyorum. Hanımı da bir daha güzergahım üstünde görmedim. Bir ara bir mesaj geldi telefonuma. Baktım içişleri bakanından. Yürüyüş bittikten sonra maden suyu alıp gelmemi istiyordu. Elimi cebime götürdüm. Cep meteliğe kurşun atıyordu. Bir maden suyu da alamayacaksam ne işe yarardım. Öyle ya, bir maden suyu kaç para ederdi. Moralim bozuldu. Yürüyüşümü tamamlayarak oturduğu banka vardım. Selam kelamdan sonra hanım, Dücane Cündioğlu yeni evlenmiş. Babası ile birlikte aynı evde kalıyorlar. Maddi durumları da pek iyi değilmiş. Kıt kanaat geçinip gidiyorlarmış. Bir gün evden çıkarken hanımı ondan bir şey alıp gelmesini istemiş. “Valla hanım, bende para yok. Alamam” demiş. Bunu duyan babaannesi yanına çağırmış. “Oğlum, hanımın bir şey istediği zaman para yok deme. Bakarız de” demiş. Anlayacağın bende para yok. Çünkü para almadan evden çıktım. İstediğin maden suyunu alamayacağım dedim. “Bende var mı bir bakayım dedi. Az önce alıp kaçıracağım çantasını açtı. 5, 10, 50 kuruş şeklinde epey bir bozuk para çıktı çantadan. Üşenmeden saydık. Bir o saydı, bir ben. 3,20 lira çıktı. Buna iki maden suyu eder mi etmez mi? Aman, niye etmesin. At ile deve değil ya. Şunun şurasında iki maden suyu alacağız. Ama yine de endişeliyim. Bu arada iyi ki kapkaççılığa soyunmamışım. 3,20 lira para için değmezmiş. Bu kadar düştün mü derlerdi bir de.

Avucumun içine bozuk paraları aldım. Kafenin kasasına vardım. Bakar mısın, maden suyu kaç para? Baktı. 3,50 lira dedi. Tanesi mi dedim. Evet dedi. Teşekkür edip ayrıldım ama şaşırdım. Vay anasına vay dedim. Çünkü eldeki mevcut tüm param iki maden suyu etmediği gibi bir tane bile etmiyor.

Eşimin yanına döndüm. Haydi gidiyoruz. Maalesef maden suyu alamadım dedim, eve döndük.

İçinizden, kafeden alışveriş yapıyorsun. Olsun o kadar. Bunun vergisi var, kirası vs var diyebilirsiniz. Bu kafe özel sektör tarafından işletilen lüks bir yer olsa eh derim. Çünkü böyle yerlere, herkes gelip de oturamaz ve bir şey yiyip içemez. Gittiğim kafe belediye tarafından işletilen bir yer. Yani ne vergisi var ne algısı ne de kirası. Çalışanlar da belediyenin maaşlı elemanları.

Ertesi akşam yine yürüyüş sonrası dönerken kafenin hemen köşesinde yıllardır Maraş Dondurması satanın standına vardım. Bu sefer hazırlıklıyım. Cebimde para var. Baktım adam, buzdolabına meyve suyu, maden suyu koyuyor. İstediğim çeşit dondurmaları verdikten sonra ücretini uzattım. Dolaba koyduğun maden suları kaç para dedim. “1,5 liraya veriyorum, dedi. Şu karşındaki kafede bu maden suyu kaç paradır, bir tahmin yürüt dedim. Bilmiyorum dercesine yüzüme baktı. 3,5 lira dedim. “Bazen o parkta oturanlar benim buraya maden suyu almaya geliyorlar. Bundan demek ki” dedi.

İki gün sonra market alışverişine gittim. Belki ben maden suyu almayalı fiyatlar değişmiş olabilir dedim. Markette 24’lük aynı maden suyu, 19,20 lira. Beheri 80 kuruşa geliyor. İki 24’lük birden aldım. Bu vesileyle eve ilk defa 48 maden suyu birden girmiş oldu. Hanım maden suyu istedikçe dolaptan çıkarıp içsin bir tane. Parka giderken de yanında götürsün bir tane. 

Anlayacağınız, birbirine 3 dakikalık mesafede, özel sektörde aynı marka maden suyunu 1,5’a, belediyenin çalıştırdığı yerde 3,5’aa, buralara yürüyüş mesafesiyle 10 dakika olan markette ise beheri 80 kuruşa geliyor. Öyle zannediyorum, biri kamu, diğerleri özel sektör olan üç firma da bu maden suyundan para kazanıyor. Diyelim ki marketin 24’lük maden suyu toptan fiyatına, iki katına yakın bir fiyata satan dondurmacınınki de perakende satışa giriyor. Belediyenin kafesindeki 3,5 liralık maden suyunun içinden çıkamadım. Çünkü belediyenin kazancı katlamalı ve vatandaş için fahişin fahişi… İnsaf yahu!

Hasılı size üç ayrı yerdeki maden suyunun reklamını yaptım. Marketten alıp 80 kuruşa mı içersiniz? Dondurmacıdan 1,5 liraya alıp hemen karşısındaki parka giderek bankta mı içersiniz? Kafeye gidip 3,5 liraya mı içersiniz? Karar sizin. Yalnız öyle yerden alın ve için ki bayramda içeceğiniz maden suyu moralinizi bozmasın, bayram tadında olsun. Şimdiden afiyet olsun. Bu arada bayramınız da mübarek olsun.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde