Ana içeriğe atla

“Allah taksiratını affetsin!” *

Bir sala duyduğumuzda cenazeyi tanımasak bile “Allah’tan geldik, yine ona döneceğiz” anlamına gelen “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” ayetini dilimizden düşürmeyiz. Bir yakın ve tanıdığımızın cenazesine katıldığımızda veya bir taziyeye gittiğimizde “Allah rahmet eylesin”, “Mekanını cennet eylesin”, “Allah sabırlar versin”, “Başınız sağ olsun” şeklinde taziyelerimizi bildiririz.
Bugünlerde bu duaları daha çok yapıyoruz. Çünkü salgın nedeniyle bugünlerde ebedi aleme daha fazla kişi gönderiyoruz.
Cenaze ve taziyelerde yaptığımız bu dualara ilaveten dilimizden düşürmediğimiz bir dua daha var: “Allah taksiratını affetsin!”
Kusurlar, suçlar anlamına gelen; taksir kelimesinin çoğulu olan taksirat, vefat edenin ardından halkımız tarafından dua niyetine sıkça söylenir. “Allah kusurlarını/hatalarını/günahlarını affetsin” anlamına gelir.
Vefat edenin ardından yapılan ve yazılan duaların en güzeli belki de. Çünkü duada kullanılan taksirat kelimesinde aynı zamanda bir incelik var. Taksir, “Bir işi eksik yapma, kusurda bulunma ve kusur işleme” demektir. Kusur ise eksiklik, noksan, hata, özür gibi anlamlara gelir. İşlenen kusur, kasıt olmadan, istemeyerek yapılan hata demektir. Bildiğiniz gibi hata/kusur ile yanlış arasında fark vardır. Kusur, bilmeden yapılan iken yanlışta kasıt vardır. Halkımız bu duayı yaparken “Yaşarken bilmeden ve farkına varmadan hatalar işlemiş olabilirsin. Allah bunları inşallah affeder” demek istemektedir. İncelik de buradadır. Gerçekten hangi birimiz, hiç suç işlemese bile hata ve kusur işlemeden bu dünyadan çeker gider. Her birimizin sayısız kusurları vardır. Hatta kasten işlediğimiz suçlarımıza göre taksirli suçların lafı bile olmaz.
Konumuz maden kusurlarımız. Çok uzağa gitmeden taksirat kelimesini kullanırken de maalesef çoğumuz, bilmeden ölenin ardından yapılan bu güzel duada kusurlar işlemektedir. Çünkü taksirat kelimesini doğru telaffuz eden bir elin parmaklarını geçmiyor. İşittiğim ve gördüğüm taksirat yazılışı ve söylenişleri şöyle:
"...tahsilatını..."
"...taksilatını..."
"...tahsiratını..." vs.
Sanırım, taksirat kelimesi dile gelse "Ne ya, sizden benim bu çektiğim. Benim adım şu. Lütfen doğru kullanın" der herhalde.
Kelime genellikle yanlış yazılmak ve söylenmekle beraber ne kastedildiği anlaşılmış olsa da en güzeli, kelimeyi doğru kullanmaktır. Çünkü bu şekilde yanlış kullanımlar, bilenler nezdinde kulakları tırmalamakta ve dikkat çekmektedir. Bu vesileyle bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Doğrusu, "Allah taksiratını affetsin" şeklinde olacaktır.

*05/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde