Ana içeriğe atla

Sürpriz Yapmak İsteyen Bazen Sürpriz Yaşar

Bu yazımı bir arkadaşımın başından geçen askerden izin alma çabasına, eşine ve çocuklarına sürpriz yapmak isterken karşılaştığı sürprizlere ayırmak istiyorum. Aslında bu anıyı kendisinin ağzından dinlemek lazım. Kaç defa ağından dinlemişten katıla katıla gülmüşlüğüm vardır. Kendisinden şu başından geçeni yazı gönder, yazı konusu edineyim demiştim. Sağ olsun, gönderdi:

“1993 yılının 15 ocağında kayın biraderimle birlikte 2 aylık bedelli askerlik için Burdur 59'uncu Topçu Tugayına teslim olduk.

15 günlük eğitimden sonra bize yemin merasimi yaptırdılar ve hafta sonu iki gün izin verdiler. Ancak izin alabilmemiz için 1. dereceden bir yakınımızın imzası olması gerekiyordu. Baba, anne, amca, dayı, hala, teyze gibi.

Kayın ile beraber askerlik yaptığımız için o soyadı tutan bir arkadaşın annesine imza attırdı ve işini halletti. O gidince benim de gitmem gerekiyordu Bir başıma kalamazdım.

Birisini bulup yakınımdır diye imza attırmak için nizamiyeye gittim. Sakallı birisini görünce kendime yakın hissettim. Selam verip “Kardeşim izne çıkmak için yakınıyım diye imza atar mısın” diye sordum. Adam, “Yardımcı olurdum kardeşim ancak taksi çağırdım işte taksi de geldi. Kusura bakma gitmek zorundayım. Bir başkasını bul dedi.

Kafaya koymuştum, pes etmeyecektim. Bir başkasına aynı şekilde yakınım diyerek imza atar mısın, dedim. Adam hiç beklemediğim bir şekilde “Vatan haini… Kendi askerden kaçıyor. Beni de alet ediyor. Zaten sizin yüzünüzden devlet batıyor” diye saydı da saydı. Tamam, amca sus, yardımını istemiyorum deyip yanından uzaklaştım.

Moralim iyice bozulmuştu. Sinirden burnumdan soluyordum ama pes ermeyecektim. Avlu duvarına dayandım etrafı kolaçan ediyorum. Genç birisini gördüm. O da aynı benim gibi duvara dayanmıştı. Yanına yaklaştım aynı teklifi ona da yaptım. Bana “Arkadaş, ben yaparım ama benim mesleğime ters” dedi. Af edersiniz siz ne iş yaparsınız diye sorduğumda, “Ben burada askeri savcıyım” dedi.

Geri döndüm. Birliğime giderken önümde mont giymiş, kot pantolonlu genç bir arkadaş gördüm. Arkadaş, bir dakika durur musun, dedim. Arkasından yetiştim. Aynı teklifi bu sefer ona yaptım. O da “Vallahi abi, yardımcı olurum ama burada beni herkes tanır” dedi. Siz ne iş yaparsınız dedim. “Ben burada eğitim çavuşuyum” dedi. Sinirim tavan yaptı. Moralimin bozukluğu yüzümden belli oluyordu.

Arkadaşların toplu halde bulundukları yere geldim. Valizin üzerinde oturan bir arkadaşın annesi, yüzümden kimseyi bulamadığımı anlamış ve “Kuzum, kimseyi bulamadın mı” dedi.  Ben de “Hayır yenge, kimseyi bulamadım. Teyzem diye imza atar mısınız, dedim. “Teyzen olmam ama halan olayım, dedi. İmzayı at da varsın halam ol dedim. Sağ olsun teyzem pardon halan imzayı attı. Sevincime diyecek olmadığını söylememe gerek yok.”

Arkadaş, bana gönderdiği izin macerasını burada kesmiş ama bilin ki bunun devamı var. Aklımda kaldığı kadarıyla sonrasını kısaca ben devam ettireyim. 

Kayın biraderiyle beraber Burdur'dan Konya'ya hareket ederler. Kayın biraderi Konya'da kalır. Bizim arkadaş Karaman’a devam eder. Çünkü anne, babası, eşi ve çocukları o zamanlar Karaman’da oturuyor. Birbirleriyle de kavilleşirler. Eve telefon açmayacaklar ve sürpriz yapacaklar.

Gece 12.00 gibi Karaman’a gelir. Bir taraftan da kar yağıyor. Terminalde bir taksiye atlar. Beş katlı apartmanın ziline basar basar basar ama kapıyı kimse açmaz. 1.kattaki komşunun camına taş atar ve kapıyı açtırır. Yukarı çıkar, dairenin bir taraftan ziline basar. Diğer taraftan kapıyı tekmeler. Üst kattaki komşularının oğlu yatmamış. Onunla görüşür. Babası ve annesi kapıya çıkar, gel oğlum, burada yat diye ısrar ederler. Sağ olun ama ben sabah gideceğim diyerek ısrarlara olumlu cevap vermez. Son umut kapılarını bir daha çalar. Nihayet gözlerini ovuşturarak babası kapıyı açar. Babası da az önce uyuduğu için zili duymamış. Eve girer ama evde çoluğu çocuğu yok. Onların Konya’ya gittiğini öğrenir. Sürpriz yapmak isterken sürprizle karşılaşır. Sürpriz yapalım diyen kayın biraderine senin sürprizine emi diyerek gıyabında kızar ama bu aşamada yapılacak bir şey yok. Sonrasında eşi ve çocuklarıyla görüşmek için ya Konya’ya döner ya da ticari taksi tutularak eşi ve çocukları Konya’dan Karaman’a gelir veya getirilir. 

Bir gece evinde yattıktan sonra vatani görevinin geri kalan kısmını tamamlamak üzere Burdur’a geri dönerler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde