Ana içeriğe atla

Cevher, Arayanlar İçindir *

2005 ya da 2006 yılında Malatya Öğretmenevinde Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen beş günlük bir seminere katıldım. Seminerin konusu sanırım, Din öğretiminde yeni yaklaşımlar idi.

Sabahtan öğleye kadar devam eden seminerin konuşmacıları ilahiyat çevresinden doçent ve profesör seviyesinde akademisyenlerdi. Bazı konuşmacılar sunumlarıyla bize "İyi ki bu seminerdeyim" dedirtirken önünde Doç. unvanı olan birinin ne demek istediğini anlayamadık. Ne vermek istediği mesajı ne de dilini. Bizi uyuttu ve sıktı. Teneffüsü iple çektik. 

Arada, birkaç arkadaşla çaylarımızı yudumlarken bu konuşmacıyı masaya yatırdık. "Böyle öğretim görevlisi olur mu, torpilli geldiği her halinden belli, nasıl doçent olmuş. Saatlerimizi heba etti…" türünden eleştirdik. Birimiz cümlesini bitirdi, diğerimiz devam etti. Pek de hoşumuza gitti bu ortam. Hepimiz de aynı görüşteydik. Aklın yolu birdi ne de olsa.

Tüm bu konuşmalarımızı dinleyen biri vardı aramızda. Bizi sessizce dinledi. Bir eleştiri getirmediği gibi bizi tasdiklemedi de.

Herkes eteğindeki taşı döktükten sonra bizi sessizce dinleyen fakülteden sınıf arkadaşım aldı sözü: "Arkadaşlar, buna şöyle bakabiliriz: Hocamızda da bizim almamız gereken bir cevher olmalı ama biz o cevheri ortaya çıkaramadık. Öyle zannediyorum, o da böyle bir sunum murat etmemiştir, dedi.

Bu söz karşısında hepimiz dut yemiş bülbüle döndük. Hocayı eleştirmeyi bıraktık. Zira olaya farklı bakan biri vardı aramızda. İyi ki varmış. Muhabbeti bozsa da bize farklı bir bakış açısı getirdi ve kendisini takdir ettim.  

Arkadaşın bu bakış açısı, bu anekdottan sonra benim kulağıma küpe oldu. İnsanları değerlendirirken olumlu, olumsuz yönlerini birlikte değerlendirmeye başladım. Müşterisiz meta zayidir sözünü bir kere daha hatırladım. Öyle ya, hangi bir insan, gittiği yerde faydalı olmayayım diye çaba sarf eder. Herkes, konuşmamla insanlara faydalı olabileyim ister. Burada konuşanın konuştuğu kadar dinleyici profili de önemli. Konuşmacı iyi olsa da dinleyici alıcıları açıp can kulağıyla dinlemezse, konuşulan berhava olur gider ve konuşmacı meramını güzel bir şekilde anlatamaz. Marifet iltifata tabidir sözü de bunun için söylenmiş olmalı.

O yüzden her bir insanın alınabilecek ve faydalanabilecek yönü, eksisi ve artısı olur. Önemli olan ondaki o cevheri ortaya çıkarabilmektir. Hiçbir şey bulamazsak bile en azından kendimiz konuşmacı olduğumuz zaman o kişinin yaptığı eksiklikleri yapmamak üzere kendimize çekidüzen verebiliriz.

*23. 11. 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde