Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Benden Ehil Kimse Var mı?

—Üstat! Herkesin ağzında bir emanet, ehliyet ve liyakat gidiyor, sakız çiğner gibi çiğneniyor. Nedir bu? —İşin ehline verilmesi demek. —Verilmiyor mu? —Ağızlarda sakız olduğuna göre öyle! —Emanet ehline verilmediğine göre kim yapıyor bunu? —Sen, ben, bizim oğlan...hepimiz. —Yani? —Hem itiraz ediyor, hem de yapıyor muyuz? —Öyle! —Herkes şikayetçi ise niçin düzelmiyor? —Emanet, ehliyet ve liyakatta samimi değiliz de ondan. —Niçin? —Çoğumuzun itirazı kendimiz bir yere gelene kadardır. Bir koltuğa oturduk mu liyakattan bahsetmeyiz. Çünkü ehliyet oluşmuştur. Gelemeyenler sesini çıkarır, koltuktakiler sağır olur. Bir zaman sonra dün bir yere gelemeyenler, koltuktakiler al aşağı edilir; yeni koltuğa geçenler sesini keser. İndirilenler emanet, ehliyet ve liyakat demeye, bize haksızlık yapıldı serzenişinde bulunmaya başlar. Yani sadece roller değişir. Aslında oynanan bir tiyatrodur. Zaten bundan dolayı bu ülkeye emanet ve ehliyet gelmez. —Nasıl olacak bu? Böyle gelmiş

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Dini Bayram Tatillerinde Camilerimiz Mahzun! **

Bayram dolayısıyla yaşlı bir komşumuzu bayramlamak için öğleden sonra ziline bastım. Otururken konuşmaya başladı. Mahalle imamından dertliydi: "Camide bir imam, bir müezzin var. İkisi de bayram dolayısıyla yoklar. Namaz kıldıracak kimse yok. Görevliler, camiyi aç diye birine anahtarı bırakıp gitmiş, tatillermiş" dedi. Çoğu camilerimizde durum üç aşağı, beş yukarı aynı. Dini bayramlarda cami cemaatinin özellikle cami cemaatinin müdavimlerinin kanayan yarasıdır bu. Hatta bazısı "İmamın izni mi olur" diyor. Katılır veya katılmazsınız ama durum bu. İmam olmadığı zaman caminin anahtarı ya kapının yanına asılır, ya halının altına konur. Çoğu zaman ezan okuyacak bulunmaz, okunsa da zamanında okunmaz. Haydi ezan okundu diyelim. Bu sefer namazı kim kıldıracak? Çoğu zaman namazı ya ehliyetsiz biri kıldırıyor, ya herkes kendi başına kılıyor, ya da kıldıran yok diye vatandaş evine geri dönüyor. Cemaatten biri imam olayım diye mihraba geçince "Bunun arkasında nam

Önümüzdeki Bayramlarda Bayram İkramlarım

Ramazan ve Kurban bayramlarında bayram ziyaretine gelenlere ikram edilenler yöresel olarak değişiklik gösterse de değişmeyen ikramlarımızın başında şeker ve tatlı ikramı gelir. İkram edilen tatlıyı canın istese de istemese de tatmak zorundasın. Bir, iki, üç bayram ziyareti yaptıktan sonra çoğu zaman midemiz pes eder. Çünkü yediğimiz tatlı ağzımızın tadını kaçırır. Ne yediğimizden ne de içtiğimizden zevk almaya başlarız. Bayramımızı zehir eden tatlı ve şeker sağlığımızın düşmanı olsa da adettendir her evde bulunmak zorunda. Şeker ve tatlı -sağlığa zararının yanında- meşakkat ve maliyettir aynı zamanda. Satın aldığımız şeker markanın en iyisi ve farklı olacak düşüncesiyle bayram öncesi her eve bir maliyet getirir. İkram edeceğimiz tatlıyı ya eşimiz evde yapar, ya da önceden sipariş vermek suretiyle dışarıya yaptırıyoruz. Son yıllarda ev yapımı tatlılar yaygınlaşınca tatlılarımız da evlerimizde yapılmaz oldu. İçeceklerimiz hakeza satın alınmaya başlandı. Ev yapımı elde yapılanı ara

Deveye Hendek Atlatmak mı yoksa Düz Kontağa Laf Anlatmak mı?

Bana önünde iki seçenek var: Ya birini, ya da öbürünü yapma zorunluluğun var; seç-beğen dense, atlaması mümkün olmayan deveye hendek atlatmayı tercih ederim. Ki devenin hendeği atlamasının muhal olduğunu bile bile! En azından denerim. Olmadı mı canım sıkılmaz, moralim bozulmaz. Devedir ne de olsa derim. Ama asla düz kontak birine laf anlatmayı tercih etmem. Çünkü klasik mantık olan Aristo mantığından öte herhangi bir mantık yürütemeyen, modern mantığa kapalı tip olan düz kontaklara hiç ağzımı yormam, bunun için çaba sarf etmem. Bir umut, belki deveyi hendekten atlatabilirim ama düz kontağa meramımı anlatamam. Çünkü bugüne kadar Allah'ın verdiği en güzel nimetlerden olan iletişim aracı dilim, mantığı düz kontak çalışan insanlara hep mağlup olmuştur. Bana göre zırcahilin farklı bir versiyonudur böyleleri. Okumuş olması veya cahil olması fark etmez. Dediğim dedikçidirler. Nuh der, peygamber demezler. Hayata at gözlüğüyle bakarlar. Kendi düşüncelerinden başka bir düşüncenin doğr

Müridim Olmak İster misiniz?

Bir tarikat ya da cemaat kurmayı düşünüyorum. Bu düşüncemin fiiliyata dönüşmesi için öncelik mürit lazım. Malumunuz tek kişiden ibaret olmaz bu işler. Şimdi size -sayenizde- kurmayı düşündüğüm cemaatin prensiplerini sıralamak istiyorum: 1. Müridim olacak kişi söylediğim her şeyi ölçüp biçecek, Kur'an ve sünnet çerçevesinde akıl süzgecinden geçirecek, dediğim her şeye vardır bir hikmeti demeyecek. Aklına yatmayana itiraz edecek. 2. Tarikatımıza ait olan yer yediden yetmişe herkese açıktır, özel görüşme yoktur. 3. Tarikatımızda para-pul toplama yoktur. Masraf varsa katılan üyeler arasında pay edilecektir. 4.Tarikatımızın gizli ajandası yoktur. Başta diyanet olmak üzere devlet erkinin denetimine açıktır. 5. Tarikatımızın yapacağı faaliyetler kısa, orta ve uzun vadeli bir plan çerçevesinde kamuoyuna duyurulacaktır. 6. Tarikatımızın devletin kılcal damarlarına girme gibi bir düşüncesi yoktur, hiç olmayacaktır. 7. Tarikatımızın siyasetle işi olmaz, siyasilerle dirsek temas

Önceliğimiz İnsan Olmak Olmalı

Mahallemde kalabalık nüfusa sahip Suriyeli bir sakinimiz var. Çocukları evli olmasına rağmen aynı evde ikamet ediyorlar. Bizdeki gibi evlenen başını alıp gitmiyor. Kalabalık olmasına rağmen mahallede bireysel olarak kimseye zararları yok. Hepsi işinde gücünde. Ama bir zararları var ki kitlesel. Her perşembe akşamları geç vakte kadar dışarıdan gelenlerle birlikte def eşliğinde ilahi söylüyor ve zikir çekiyorlar. Sesleri evlerinin dışına taşıyor. Aynı işlem cumartesi günleri de icra ediliyor. Bayram dolayısıyla arifeden başlayan ve bayramın her günü devam eden zikirler yapılıyor. İçinizden adamlar Allah diyor, ne güzel diyebilirsiniz. Ama sakinler rahatsız bu durumdan. Kendilerini uyarmayan sakin kalmadı. Allah dediklerinden ve toplandıklarından dolayı değil. Sesin evin dışına taşmasından. Özellikle sırt sırta oturan komşusundan. Sese dayanamıyor. Zira adam vertigo hastası. Kafası sesi götürmüyor. Kişinin inancı, fikri, zikri, görüşü, franksiyonu; giyimi-kuşamı ne olursa olsun h