Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Bu Ülke Başka İnançların Yolgeçen Hanı Olmamalı ***

İnsanın yeme, içme gibi fiziki ihtiyaçlarının yanında inanma gibi doğuştan gelen ihtiyaçları vardır. İnsanın bu inanma ihtiyacını gidermek ve onları doğru inanca yöneltmek için Allah sayısız peygamberler göndermiştir. Hz Adem ile başlayan ilahi dinlerin sonuncusu İslam, peygamberi Hz Muhammed, kitabı da Kur’an-ı Kerim’dir. İnsanların inançları kendilerinedir. İstedikleri dini seçme özgürlükleri vardır. Fakat bir milleti millet yapan değerlerden bir tanesi de dindir. İslam ülkesi olarak bilinen bu ülke insanının ne kadarı İslam dinine inanıyor? Burası muamma. Gerçi kaba ifadeyle bu ülkenin yüzde 99’u Müslüman diye söylenir. Gerçekten öyle mi? İnsanımıza tek tek inançları sorulsa “Müslüman’ım” diyenlerin dışında başka bir inanca inananların çoğu inançlarını gizleme yoluna gideceğini düşünüyorum. Hatta Müslüman olmadığı halde toplum içinde Müslüman’ım diyenlerin sayısının da az olacağını düşünmüyorum. Bu ülke insanının ne kadarı Müslüman bilmiyorum ama bildiğim bir şey var, bu ü

Gerilimden Beslenmek

Türkiye'de kutuplaşma eksik değildir. Zıt kutuplar birbirini besler ve destekler. Birbirlerinin varlık sebepleridir. Biri olmadan diğeri yaşayamaz. Kutuplaşma olacak ki savundukları değer ve görüşleri gündemde kalmaya devam etsin. Bundandır ki değişik prokovatif eylemler eksik olmaz bu ülkede. Bu tür olan veya yapılan her eylem vasıtasıyla bir kutba ait olanlar daha bir kenetlenirler ve karşı tarafa bilenirler. Bir kesim saldırıya geçerken diğer kesim savunmaya geçer. Atışma bir müddet devam eder. Hayat tam normale dönmeye başlarken başka bir olay patlak verir. Bu sefer saldırı diğer taraftandır. Taraflar teyakkuza geçer yeniden.  Başörtüsü, dindar ve mütedeyyin insanların kırmızıçizgisidir. Toplum başörtülüleri benimsedi artık derken biri, başörtülü birine saldırır. Dindar ve mütedeyyin kesim vurmaya başlar. Bir başka zaman biri, açık giyimli birine bir söz söyler. Diğer kesim ayağa kalkar. Bir kesimde bir taciz olayı oldu mu diğer kesim asar keser, aslan kesilir ve yargılar.

Dokunabilmek

Yazmaya başlarken neyi dert ediniyorsam, onu yazacağım" demiştim. Dört yıldır da yaptığım, dilimin döndüğünce  dağarcığımda olanı boşaltmak oldu.  Zaman zaman yazılarımı okuyanlarla karşılaşıp birkaç kelam ettikten sonra konu döner dolaşır, yazılarıma gelir. Ayaküstü yazılarım üzerine dönütler alırım. İşte onlardan bazıları: —"Çok sitemkâr yazıyorsun." —"Yazılarını takip ediyorum. Ama iyi dokunduruyorsun." —"Çok sert yazıyorsun." —Çok kapalı yazıyorsun. Biraz açık yazsan olmaz mı?"  —"Hem nalına hem mıhına vuruyorsun." şeklinde. Önce geri bildirimlerdeki kelimelere bakalım. Sonra üzerinde birkaç kelam edelim.  Sitem: Bir kimseye, yaptığı bir hareketin veya söylediği sözün üzüntü, alınganlık, kırgınlık gibi duygular uyandırdığını öfkelenmeden belirtme. Dokundurmak: Bir şeyi üstü kapalı ve sitem yollu hatırlatmak, tariz etmek. Tariz etmek:  Kapalı bir biçimde, dolaylı olarak söz söyleme, taş. Hem nalına hem mı

Ara Tatilin Altını Doldurabilseydik Keşke! *

İlk, orta ve lise talebeleri bugün ilk defa ara tatil ile tanıştı. Bu karar alındığı zaman içi doldurulduğu takdirde bu tür ara tatillere sıcak baktığımı söylemiştim. Gelin görün ki her dönemde birer haftalık tatilin ötesinde herhangi bir yenilik yok. Olmasını istediğim uygulamalar olmadığına ve sorun olarak gördüklerim devam ettiğine göre hazır öğrenciler ara tatile başlamışken biz büyükler özellikle sorumlu insanlar, bu uygulama üzerine bir kez daha düşünelim isterim.  Ara tatilin ne getirip götüreceğini, olumlu olup olmayacağını bir eğitim ve öğretim sonunu bitirdiğimiz zaman daha iyi anlayacağız. Şu kadarını söyleyeyim ki 19 Mayıs itibariyle uzatmalara oynayan, okuldan kopan çocuklar, haziran sonunu nasıl getirecekler? Bekleyip göreceğiz. Şimdi gelelim tekrar bu ara tatil konusuna. Eğitim ve öğretimde yeni bir uygulama olan bu ara tatil ile birlikte bir takım yenilikler de uygulamaya konabilirdi. Bunlar neler olabilir? Kısaca değinmek isterim: 1.Ortaokul ve liselerde her

Atatürk’ü Doğru Anlatmanın Zamanı Gelmedi mi? ***

Ebediyete intikalinin ardından 81.yılında anılan Atatürk'ün, 10 Kasım törenlerinde törenle ilgili bazı okullarda küçücük çocuklara Atatürk posterine secde ettirme görüntülerini görünce pes doğrusu! O kadar da değil dedim içimden. Değişik yerlerde çekilen birer dakikalık görüntüler Atatürk'ü anma konusunda bazılarının hangi noktaya evirildiklerini göstermesi bakımından manidar. Küçücük ilkokul çocukları Atatürk posterlerinin önüne sırayla geliyor, posterin altına iliştirilmiş "Cumhuriyetçilik, laiklik, milliyetçilik, inkılâpçılık, halkçılık, devletçilik" ilkelerinden bir tanesini alıp yere seriyor, ardından diz çöküp secdeye kapanıyor.  Sosyal medyada paylaşılan, gazete ve televizyonlarda haber olarak verilen bu görüntülerin, birkaç değişik versiyonuna baktım. Görüntüler tek yere ait değil. Ortamları ve renkleri farklı. Tüm okullarda böyle bir görüntü olmasa da bazı okullarda birbirinin kopyası olarak yapılmış olması, bu secde ettirme fiilinin gerisinde organize

"Bizden Değil" ***

Eskiden dindar ve mütedeyyin insanlar değişik gruplar içerisinde yer alsa da ufak tefek ayrılıkların dışında yeknesak görünürdü. Bir, iki grup dışında birlikte hareket ederler, ortak basın toplantısı düzenlerlerdi. Allah'ımız, kitabımız, kıblemiz bir idi ne de olsa. Aynı peygamberin ümmetiydik. Birbirimizi kardeş bilir, sıkıntılı anlarda birbirimizle kenetlenirdik.  Cemaat ve grupların hemen hemen hepsi, devlet nezdinde vebalı idi. Devlet onlara, onlar da devlete soğuk idi. Devleti yöneten hükümetler ve kurumlar mütedeyyin insanlara mesafeli idi. Hepsi sıkı bir denetimden geçirilirdi. Devlet adına iş yapanların dağıttığı avantadan faydalanan yok gibiydi. Kadrolaşma nedir bilmezlerdi. Bireysel başarısı ile bir yere gelenler ise kendilerini gizleme gereği hissederlerdi. Tek dertleri: Çocuklarımız okullarında kılık kıyafetiyle okuyabilsin, katsayı mağduriyeti kalksın, devletten üvey evlat muamelesi görmeyelim, mürteci ilan edilmeyelim, çocuklarımız değerlerimize uygun yetişsin, ü

Mevlid'i Nebi ve 10 Kasım'ın Ardından *

8 Kasım'da Mevlid'i Nebi adıyla Hz Muhammed'in doğumu değişik etkinliklerle cami ve salonlarda anıldı. Hemen iki gün sonrası 10 Kasım'da da ölüm yıldönümü dolayısıyla Atatürk, okul bahçelerinde ve şehirlerin meydanlarında anıldı.  Niyetim Hz Muhammed ile Atatürk'ü karşılaştırmak değil. Zira ayrı kulvarların insanı her ikisi de. Biri Allah tarafından peygamber olarak görevlendirilmiş ve İslam'ı yaymış, diğeri de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusudur. Her ikisini de bir arada almamın nedeni düzenlenen anma programları üzerinedir. Oldum olası anma programlarına sıcak bakmadım. Bu durum Hz Muhammed için de Atatürk için de geçerlidir. Kim olursa olsun, ne yaparsa yapsın ölünce cenazeye karşı görevler layıkıyla yerine getirilir. Ölüm taze olduğu için zaman zaman hatırlanır ve hayırla yad edilir. Ötesi abartma, dayatma, mevzuatın arkasına sığınma olur. Aynı durum doğumlar için de geçerlidir. Vefat etmiş kişilerin doğum gününü kutluyoruz. Bunlardan birisi d