Ana içeriğe atla

"Bizden Değil" ***

Eskiden dindar ve mütedeyyin insanlar değişik gruplar içerisinde yer alsa da ufak tefek ayrılıkların dışında yeknesak görünürdü. Bir, iki grup dışında birlikte hareket ederler, ortak basın toplantısı düzenlerlerdi. Allah'ımız, kitabımız, kıblemiz bir idi ne de olsa. Aynı peygamberin ümmetiydik. Birbirimizi kardeş bilir, sıkıntılı anlarda birbirimizle kenetlenirdik. 

Cemaat ve grupların hemen hemen hepsi, devlet nezdinde vebalı idi. Devlet onlara, onlar da devlete soğuk idi. Devleti yöneten hükümetler ve kurumlar mütedeyyin insanlara mesafeli idi. Hepsi sıkı bir denetimden geçirilirdi. Devlet adına iş yapanların dağıttığı avantadan faydalanan yok gibiydi. Kadrolaşma nedir bilmezlerdi. Bireysel başarısı ile bir yere gelenler ise kendilerini gizleme gereği hissederlerdi. Tek dertleri: Çocuklarımız okullarında kılık kıyafetiyle okuyabilsin, katsayı mağduriyeti kalksın, devletten üvey evlat muamelesi görmeyelim, mürteci ilan edilmeyelim, çocuklarımız değerlerimize uygun yetişsin, ülkede adalet hâkim olsun, haksızlıklar olmasın vs idi.

Gel zaman git zaman dindar ve mütedeyyin insanlar iktidar, güç, koltuk ve para imkanlarına kavuştu. Sınanacaklardı artık. Sınanıyorlar halihazırda. İmtihanı geçip geçmeyeceklerini Allah bilir ama görüntü pek iç açıcı değil. Grup ve cemaatlerin çoğu, daha önce devlet tarafından korunan ve deşifre olan cemaat görünümlü yapıdan boşalan yerleri kapmaca oynuyorlar bugün. Çoğu nereye, ne kadar kendilerinden olanı yerleştirebilirse kâr mantığı güdüyor. Ortaya çıkan mirası paylaşma derdindeler. Göz diktikleri yerde diğer cemaat veya gruplara ait birisi varsa "Bizden değil" deyip boşalttırmanın yollarına bakıyorlar. Kitabımızın ve kıblemizin bir olması bir şey ifade etmiyor. Hatta engel. Çünkü "bizden değil" düşüncesi hâkim. Göz diktiğimiz koltuktaki insanı alaşağı etmek de zor değil. O kişi hakkında "O FETÖ'cü demek yeterli. FETÖ'cü değilse bile "FETÖ ile yeterince mücadele etmedi, pasif kaldı, onları koruyup kolladı" denmesi yıpratmak için yeterli. Bilirler ki yıpranan kişiye yol görünür ve kendilerine kapı açılır.

Sonuç olarak koltuk, makam, güç ile sınanan dindar ve mütedeyyin insanlar güç zehirlenmesi yaşıyor. Hemen hemen hepsi su akarken testilerini doldurmakla meşguller. Hak, hukuk yanımıza yaklaşamaz artık. Mücadelemiz başkasıyla değil, kendimizle. Yani kitabı bir, kıblesi bir olanlarla. Çünkü "Bizden değiller." Onun bulunduğu yere ve diğer yerlere bizim tedrisimizde yetişenler daha layık. Bu görüntümüzle cemaat ve grup aidiyetimizi İslam kardeşliğinin önüne geçirdik. Yani İslam kardeşliği elimizde güç, kuvvet ve imkân yok iken sığındığımız bir şemsiye imiş. Dürüstlüğümüz elimizde gücün olmamasıymış.

Güç ve imkân bizim zaafımızı ortaya çıkardı. Rabbü'l alemin böyledir. Herkesi zayıf yönüyle sınar. Hz Âdem’i de zayıf noktası ölüm ile imtihan etmişti. O da kaybeden oldu. Ama Hz Âdem, yaptığı hataya hiçbir gerekçe üretmeden tövbe yolunu seçti, hatasında ısrarcı olmadı ve sonunda Allah'ın ilk seçilmişi ile şereflendi. Bizim için de zaman geçmiş değil. Yaptıklarımıza hiçbir mazeret bulmadan nedamet duyarak yapacaklarımızdan vazgeçmek suretiyle samimiyetimizi gösterebiliriz.

***14/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde