Ana içeriğe atla

Dokunabilmek

Yazmaya başlarken neyi dert ediniyorsam, onu yazacağım" demiştim. Dört yıldır da yaptığım, dilimin döndüğünce  dağarcığımda olanı boşaltmak oldu. 

Zaman zaman yazılarımı okuyanlarla karşılaşıp birkaç kelam ettikten sonra konu döner dolaşır, yazılarıma gelir. Ayaküstü yazılarım üzerine dönütler alırım. İşte onlardan bazıları:
—"Çok sitemkâr yazıyorsun."
—"Yazılarını takip ediyorum. Ama iyi dokunduruyorsun."
—"Çok sert yazıyorsun."
—Çok kapalı yazıyorsun. Biraz açık yazsan olmaz mı?"
 —"Hem nalına hem mıhına vuruyorsun." şeklinde.

Önce geri bildirimlerdeki kelimelere bakalım. Sonra üzerinde birkaç kelam edelim. 
Sitem: Bir kimseye, yaptığı bir hareketin veya söylediği sözün üzüntü, alınganlık, kırgınlık gibi duygular uyandırdığını öfkelenmeden belirtme.
Dokundurmak: Bir şeyi üstü kapalı ve sitem yollu hatırlatmak, tariz etmek.

Tariz etmek: Kapalı bir biçimde, dolaylı olarak söz söyleme, taş.


Hem nalına hem mıhına vurmak: 1.Hem bu yanı hem de öbür yanı desteklemek.



2.Tutarsız davranmak.


Konusuna göre ve o anki haleti ruhiyem gereği zaman zaman sitemli yazdığım, dokundurduğum, kapalı yazdığım doğrudur. Yazarken eleştirdiğim kişi veya kesimin de koruması gereken bir onuru olduğunu düşünür; kırmadan, dökmeden cümle arasında dokundururum. Alınsın ve gereğini yapsın isterim. Kolay kolay isimlere yer vermem. Çünkü işim kişilerle değil, yaptıklarıyladır. Bir nevi yapıcı eleştiri benimkisi. 

Sitemli yazmak, dokundurmak ve tarize eyvallah derim. Ama "Hem nalına hem mıhına" eleştirisini asla kabul etmem. Zira benim mizacıma ve yetişme tarzıma ters bir durumdur. Yazılarımda bir tarafım ben. Ama kimsenin tarafında değilim. Zira kişilerle değil benim işim. Yazarken objektif olmaya gayret ederim. Önce bir durum tespiti yapar, ardından eleştirir, sonra olması ve yapılması gerekeni işlemeye çalışırım. Bir o yanı bir bu yanı asla desteklemem. Bir sözü, davranışı veya tasarrufu methederken söyleyene bakmam. Olması gereken budur derim. Yine bir söz veya davranışı eleştirirken söz ve davranışın sahibine bakmam. Yapılan hareketin yanlışlığını işlerim. Çünkü doğru tek tarafa ait değildir, evrenseldir. Doğru yerde duranın yanlışları olabileceği gibi yanlış yerde duranın da doğruları ve doğru söyledikleri olabilir. Hasılı benim yolum doğru olanın yanıdır. Bunda da bir çelişki ve tutarsızlık görmem. Olması gereken budur düşüncesindeyim. Benden istenen dün eleştirdiğini bugün övme veya dün övdüğünü bugün tenkit etme isteniyorsa ben bu tutarlılıkta(!) yokum. Çünkü benim işim, yolum tarafgirlik değil. Tarafını tuttuğum kişilerin yanlışlarını ortaya koymak, onları herkesten önce eleştirmek benim temel prensibimdir. Ötesi bana yabancıdır.

Bir diğer yaptığım husus yanlış diye eleştirilen husus ve konuyu irdeleyerek yanlış yapanı bu yanlışa iten psikolojiyi ele almaya daha doğrusu anlamaya çalışırım.

Hasılı yolun ortasında durmaya çalışan birisiyim. Birilerinin tarafı, adamı olma gibi bir niyetim, birilerine yaranma düşüncem hiç olmadı. Bundan sonra da olma niyetim yok. Şahıs merkezli değil, düşünce ve prensip merkezli olma gayretindeyim. Düşüncesi, fikri, zikri ne olursa olsun doğrunun yanındayım. Doğruları yazabilirsem ve dokunabiliyorsam ne mutlu bana!




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde