Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kelle Paça (1)

Eskiden okulların taşınırları A, B, C demirbaş defterlerine kaydedilirdi. A demirbaş defterinde okulun sıra, masa gibi dayanıklı tüketim malzemeleri, B demirbaşına laboratuvar malzemeleri, C'ye ise kitap ve basılı yayınlar kaydedilirdi. MEB,  2007 yılında aldığı kararla okullarda ne kadar demirbaş varsa hepsinin TİF(taşınır işlem fişi) adı altında elektronik ortam modülüne aktarılmasını istedi.  MEB'in sisteme aktarılmasını istediği süre kısıtlıydı. Yaz dönemi ekranın karşısına geçip girmeye başladım. A ve B demirbaşlarını girmek çok sorun olmadı. Çünkü çok ayrıntısı yoktu. Kısa zamanda girdim. Burada esas sorun C demirbaşı dediğimiz kitapları sisteme girmedeydi. Çünkü hiçbir kitap zamanında C demir başına işlenmemiş. Yazılacak bin kadar kitap vardı. Kitapların ayrıntısı da çoktu: Kitabın adı, yayın evi adı, basım evi, basım yılı, kaçıncı baskı, kitabın ebatı, sayfa adedi, yazar adı, tercüme ise mütercimin adı, fiyatı, (fiyatı belli değilse 0,01 kuruş girilecek) KDV'

Ülkeleri Kimler Yönetiyor?

İstisnaları olmakla beraber ülkeleri, seçilen başkanların yönettiğini düşünmüyorum. Çünkü iktidar olmak başka, muktedir olmak başkadır. Hemen hemen her ülkede adına derin devlet diyebileceğimiz yapılar var. Bu derin yapılar da emirleri, ülkesi dışında dünyaya dizayn veren kişilerden alırlar. Ben ülkemi yöneteceğim diye iktidara geçen başkan, bilerek veya bilmeyerek ülkesindeki derin yapının boyunduruğu altına girer. Kendisine biraz serbest alan bırakılmakla birlikte hazırlanıp önüne konan senaryoyu oynar. Senarist kendisi değildir. Yapacağı tek şey senaryoyu oynayarak halkı ikna etmeye çalışmaktır. Bu işleri yapan, hazırlayan ve yürürlüğe koyan benim rolünü oynar. Yoksa iktidarda kalması mümkün değildir. Devletlerdeki derin yapı bazen asker, bazen sivil bürokrasi, bazen kurumlar olabiliyor. Ülkeye hizmet edeceğim, haksızlık ve hukuksuzluğun önüne geçeceğim diye ekibiyle birlikte iktidara gelen, ülkelerin derin devleti tarafından terbiye edilmeye çalışılır. Önce devlet geleneği

Gellaba!

Küçüklüğümde evlenen amca, dayı, ağabey veya erkek kardeşin hanımlarına ne dememiz gerektiğini büyüklerimize sorduğumuzda bize “gellaba” diyeceksiniz derlerdi. Biz de bizden büyüklere “Gellaba hoş geldin, nasılsın” şeklinde hitap ederdik. Böyle derdik ama bu kelimenin ne anlama geldiğini de bilmezdik. Üstelik söylenişi biraz zordu. Kendi içimde acaba bu kelimenin “gellaba mı, genlaba mı yoksa gelnaba mı” olduğu konusunda tereddüt ederdim. İlkokulu bitirip şehre okumaya gelince bir akrabamın evini ziyaret ettim. Akrabanın hanımı bana hoş geldin dedi. İyi de bu akrabanın hanımına ne diyecektim? Köyde öğrendiğim şekliyle gellaba dedim ama biraz kaba kaçmış olmalı ki gellaba dediğimi biraz garipsediğini hissettim. Dedim ki buralarda gellaba denmiyor. O zaman ne denecekti? Yenge dendiğini öğrenmem uzun sürmedi. Yenge demenin hem telaffuzu kolay hem de söylenişi kısaydı. Yenge demeye başladım ama yeni nesle yenge diyor, eski gellaba dediklerime yine gellaba demeye devam ediyorum. Çünkü alışk

Gönül Siyaseti ***

31 Mart seçimlerine giderken "Gönül Belediyeciliği" vurgusu ön planda. Bununla gönül alma, gönüllere girme, gönüllere dokunma hedeflenmekte anlaşılan. Bu demektir ki bu yolda kırılan, incinen, küsen/küstürülen gönüller var. Gönül belediyeciliği sloganıyla yola çıkanlar bu işin farkında olmalı ki böyle bir slogan belirlemişler. Yani işin içinde tamir var. Kırılan kalbi tamir etmek, küskün ve dargınlarla barışmak dünyanın en zor işidir.,, hizmete benzemez. Gördüğüm kadarıyla tespit doğru, teşhis doğru, çıkılan yol da doğru. Ama esas olan tedavidir. Tedavi için doğru yol ve yöntemleri devreye koymada fayda vardır. Çünkü karşındaki eşya değil ki tamir edilsin. Kırılan eşyayı tamir eder, kullanmaya devam edersin. Ama karşındaki insandır ve sayıları üç, beş kişi değil; milyonlar vardır belki de. Hepsinin kırgınlıkları da tek nedenden kaynaklanmıyor; her birinin gönül dünyasında farklı farklı kırgınlıklar oluşmuştur. Umarım bu iş için yola çıkanların ortaya koyduğu bu slogan,

Belediyelerle İmtihanımız

Bir devleti ayakta tutan kurumlarıdır, aynı zamanda bitiren de. Kurumlar görevini layıkıyle yerine getirirlerse bir makinenin dişlileri gibi o devlet teklemeden yoluna devam eder. Dişlilerden biri görevini ihmal ederse makine düzgün çalışmaz. Devlet kurumlarını bir makinenin dişlilerine benzetirsek tekleyen kurum, devleti tökezletir. Devletin belini büken kurumların başında belediyeleri görmekteyim. Belediyeler gereksiz iddiasında değilim. Çünkü belediyeler olmazsa olmaz kurumlarımızdandır. Yerinden yönetimdir. Kuruluş amacı, işleyişi bakımından vazgeçilmezdir. Çünkü kamu hizmetlerinin merkezi yönetim eliyle taşraya eşit bir şekilde götürülmesi ve bölüştürülmesi zordur. Bundan dolayı mahallinden yönetimlere ihtiyaç duyulmuştur. Belediyeler kanunda yazıldığı gibi çalışırsa kurulduğu yeri yaşanabilir bir şehir yapar. Değilse devletin ve milletin sırtında bir kambur olur çıkar. Türkiye'deki belediyelerin çoğu kanunda yazıldığı gibi maalesef yönetilmiyor. Ben belediyeleri, başına

Bu Çocuk Kazanır

Geçen yıl dersine girdiğim 8.sınıf bir öğrenci vardı. Okulumuza bir başka okuldan gelmiş sorunlu bir öğrenciydi. Geldiği okulda çıkardığı sorunlar yüzünden  İlçe disiplin kurulu okul değiştirme cezası vermiş. Ne sınıfla iyi geçinir ne de derste gözü olan biriydi. Teneffüsten sonra dersine gireceğimde kapının önünde beni bekler, öğretmenim tuvalete gidebilir miyim derdi. Bazen izin verir, bazen de niye teneffüste gitmedin der, yerine geçmesini söylerdim. Önünde defter ve kitabı olmayan, zaman zaman vurup kafayı uyuyan bu öğrenci, sınıfta çatmadığı öğrenci kalmamıştı. Kısa boylu, zayıf, cılız olan bu öğrenci, bütün suçları işleme potansiyeline sahipti. Gücüne kuvvetine bakmadan her an için birine şiddet uygulama riskini barındırıyordu. Bir gün ders işlerken en arkada oturan bu öğrenci, ön tarafta oturan iri yarı bir öğrenciyi ayağını sallamasından dolayı el-kol işaretiyle birkaç defa uyarmış. Haberim olduğunda sana ne zararı var, bırak sallasın dedim. Az sonra ayağa kalkmasıyla

Bir Kopya Çekme Hikayesi

2000'li yıllarda Adana'da bir lisede görev yapıyorum. Okul büyük bir okul değil. Tüm sınıflara ben giriyorum.  Haftada bir saat olan dersimden sınav yapmak için soru hazırlamam gerekiyor. Birçok okula göre imkanları çok iyi olan okulun öğretmen bilgisayar laboratuvarına geçtim. Soruları A ve B grubu olarak hazırladıktan sonra birer çıktısını aldım. Ardından sildim. Sınav sorularını erkenden hazırladım. Günü geldiği zaman sınavlarımı yaptım. Sınavını yaptığım sınıfa girmeden o sınıfın yazılarını okuma gibi bir prensibim var. Klasik usulle yaptığım sınavdan 11.sınıflarda 10 kadar öğrenci yüz aldı. Notlarını okurken 100 alan öğrencileri ayrıca tebrik ettim. Sınavları bitirmenin rahatlığı içerisinde okulda boş kaldıkça okulun bilgisayar laboratuvarına gidip sanal aleme takılıp vakit geçiriyorum. Bir gün bilgisayarın başında değişik sitelere girerken okul Kimya öğretmeni, yanımdaki bilgisayara geçerek sınav sorusu hazırladı. Soruları almak için benden disket istedi. Yan