Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Koduk

Ben giderim, o gider. Ben dururum, o durur. Bilin bakalım, bu ne? Bilemediniz. Zira cevap, gölge değil. Resimdeki köpek efendim. Zaman zaman gölgem öne, arkaya, yana kaydı. Bazen de kayboldu. Köpek gölgem gibi beni takip etti. Böylelerine bizde koduk derler. Bu kelimeyi duydunuz mu ya da kullanıyor musunuz bilmiyorum.  Bu köpek öğle arası yürüyüş yaparken hiç havlamadan sinsice arkama yaklaştı. Hoşt dedim, geri geri kaçar gibi yaptı. Sonra peşim sıra yine geldi. Ben gittim o gitti. Ben durdum o durdu. Tekrar hoşt dedim. Hayvan severler kusura bakmasın, gerisin geriye dönüp gider gibi yaptı. Sonra peşime yine takıldı. Baktım zararsız. Sesimi çıkarmaz oldum. Zaten nafile. Yanımdan ayrılacağı yok. Bırakıverdim kendi haline. Kah arkamdan geldi kah benimle aynı hizada yürüdü kah önüme geçti. Bazen de tarlaların içinden dolaştı, tekrar peşime takıldı. Ben kendisini sevmesem de o beni sevdi gayri. Belli ki beni tanımıyor. Tanısa sevmezdi zaten. Hasılı muhteşem bir ikili olduk

Kubbede Hoş Seda Bırakanlar

Ne kadar mükemmel olmaya çalışsak da her birimizin eksiklikleri ve zaafları çoktur. Bazı eksiklikleri izin olduğunu kabul etsek de çoğunu kabul etmeyiz.  Bazı insanlar vardır ki mükemmele yakın kişilikleri vardır. Bu tipler özel kişilerdir. Böyleleriyle çalışmayı da Allah herkese nasip etmez. Ki bu tiplerin sayısı da fazla değil zaten. Bunlar: İş yoğunluğu fazla olsa da morali bozuk olsa da bir şeye kızsa da ne ağzını bozarlar ne efendiliklerini. Duruşuyla, konuşmasıyla, zarafetleriyle, hal ve hareketleriyle, görgü ve nezaket kurallarını üzerlerinde görmek mümkün. Görgünün en güzelini örnek olarak sunarlar. Bu görgülerine ancak şapka çıkarılır. İşlerini ibadet aşkı içerisinde yerine getirirler. Kaçak göçek çalışmak, arazi olmak nedir bilmezler. İş için yaratılmışlar sanki. İşini yarın bırakacak olsalar da aman, bana ne, işte geldim, gidiyorum, bundan sonra kim yaparsa yapsın demeden giderken bile işlerini en iyi şekilde ifa ederler. Ayrılınca da eksiklikleri hep hissedilir. Çün

Güçlü Liderler Hangi Toplumların Eseridir?

Bir toplumu yöneten ve yönetilenler diye ikiye ayırmak mümkün. Bu da gereklidir. Çünkü bir toplumda herkes yönetici olursa, o toplumda kaos meydana gelir. O yüzden birileri yönetecek, birileri de yönetilecek. Ülkeyi yöneten yönetici zayıf da olabilir, güçlü de. Yönetici -biz buna lider diyelim- toplum zayıf ise lider güçlü olur, toplum güçlü ise lider zayıf olur.  Güçsüz liderleri zayıf toplumlar istemez. Çünkü bunlara lazım olan kendilerini zayıflıktan ve her türlü dertten kurtaracak güçlü liderliktir. Zayıf toplumlarda lider karizmadır, doğuştan getirir bu özelliğini. Mehdi gibi bir şeydir bu toplumlarda lider. Güçlü toplumlarda güçlü yöneticiye ihtiyaç yok. Çünkü demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla bu toplumlarda oturmuştur ve işler. Buralarda kurallar güçlüdür. Her şey yerli yerindedir. Seçilen lider bu kurallarla onları yani ülkeyi yönetir. Demokrasisi gelişmiş ülkeler böyledir. Zayıf liderden dolayı da ülkeye hizmette bir eksiklik söz konusu olmaz.  Bugün demokr

Altılı Masaya Öneriler

Nafile turlara devam edin. Toplantı üzerine toplantı yapın. Her toplantı sonrasında güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz şeklinde açıklama yapın.  Olur ya meydanlara çıkarsanız, vazgeçilmez tek vaadiniz güçlü parlamenter sistemi olsun. Ekonomiden önce bu gelir. Gerekirse millet açlıktan ölür. Bu sorunu çözmeden başka bir sorun çözülmeyecek deyin. Gerekirse bu sorunu beş yıla yayın. Bir aday belirlemeyin. Seçime, ittifakın içerinde adayımız belli değil anlamına gelebilecek soru işaretiyle gidin. Mesela kutunun üzerinde altı soru işareti olabilir. Seçimi kazanırsak, adayımızın ismini söyleyeceğiz deyin. Seçmen kime verdiğini bilmeden oyunu kullansın. Kazanamazsanız adayınızı hiç açıklamayın. Hatta yoktu deyin. Kazanırsanız, işte oy verip kazandırdığınız altı kişi deyin.  Kazanacak gibi davranın ama seçim kazanma gibi bir isteğiniz olmasın.  Öyle şeyler söyleyin ki size oy vermeye niyetlenenleri uzaklaştırın. Bunun için her kafadan bir laf çıksın. Gerçi bunu söylemeye ge

Görgüde Rol Modelin Etkisi

1."Bir toplum içinde var olan ve uyulması gereken saygı ve incelik kuralları, terbiye",  2."Bir kimsenin, karşılaştığı ve kişiliği üzerinde olumlu etki yapan deneysel bilgi, deneyim",  3."Görmüş olma durumu", şeklinde "terbiye, deneyim ve tanıklık" anlamına gelen üç anlamı var görgünün.  Kısaca eski tabirle adabımuaşeret, şimdilerde nezaket ve görgü kuralları diyoruz biz bu görgüye. Ahlak kuralları da diyebiliriz.  Herkesin görmek istediği ve görgüsüzlüklerden dert yandığı günümüzde görgü nasıl kazanılır? Görgü öğretim ve eğitim yoluyla verilebilir mi? Bu soruya evet veya hayır cevabı verebiliriz. Niçin evet veya hayır dediğimizi gerekçelerini de söyleyebiliriz. Hatta bu sorulara görgü nerede öğrenilir? Evde aile ortamında mı, sokakta akranlarımızdan mı, okulda arkadaşlarımızdan, öğretmenlerimizden ya da derslerden mi öğreniriz, sorularını da sorabilirim. Bilimsel bir tespit ve değerlendirme olmadan görgü üzerine duygu ve düşüncelerim

Müteşebbis Ruhum

Bir 48 bin liram olsa, param var diye bir balıkçı lokantasına gitmez, bu parayı lokantada 4 kişi ile yiyerek meteliğe kurşun atmazdım. Ne yapardım? Misafirlerimi evimde ağırlar, balıkçıdan aldığım balığı evde pişirerek onlara ikram ederdim. Kalan para ile bir yer kiralar, kasa kasa envaiçeşit balık alır, balıkçılık yapar, paraya para demez, 48 bin lirayı kaç 48 bin lira yapardım. Elinden tutan mı var, git aç diyebilirsiniz. Hakkınız var. Konuşuncaya kadar gider açardım. Ne edersiniz ki gözü kör olası 48 bin liram yok. Bir diğer konu, balıkçı dükkanı açarsam, tüm günüm balık temizlemekle geçince, haliyle sosyal medyaya yeterince giremeyecek ve sizinle sanaldan da olsa hasbihal edemeyeceğim. Beni düşündüren de bu. Nasıl beğendiniz mi bendeki müteşebbis ruhunu? Gördüğünüz gibi tek eksiğim parasızlık. Varsın, tüm eksiklik bu olsun. İstediğin para olsun, kafa senden, sermayen bizden derseniz, kendi düşen ağlamaz derim. Gelin açalım bir balıkçı dükkanı. Yanına da bir ba

Huzuru Yok Eden Serüvenimiz

Bu yazımda, kime ait olduğunu tespit edemediğim bir alıntıya yer vermek istiyorum. Alıntı biraz uzun ama bir solukta okuyacaksınız. Belki de başlarını okuyup bu benim hikayem deyip gerisini okumayacaksınız. Çünkü hikaye çoğumuz tanıdık gelir. Zira çoğumuz bu  delikten kaç defa girdik, bu cendereden geçtik. Kaçımız aradığı huzuru buldu, kaçımız kaybetti. İşte burası muamma. Eşya, ev, araba, mal, mülkün huzur vermediğini belki de hepsini elde ettikten sonra fark ettik ama bu fark ediş geç oldu ve çok pahalıya mal oldu. Öyle ya nerede görülmüştü bu serüvenin huzur getirdiği. Ancak götürmüştür. Şimdi sizi hikayenizle baş başa bırakıyorum:  “Evlenmeye karar verdik. Anlaştık. Eşya, düğün masrafı, düğün salonu, şaşalı bir düğün falan olmasın dedik. Üç odalı bir eve girdik. Sadece temel ihtiyaçlar aldık. Buzdolabı, ütü, ocak, halı, perde vb. mobilya yoktu. Bir iki tane sandalye almıştık. Yatak odası, oturma odası, yemek odası, misafir salon takımı, gümüşlük gibi mobilya almamıştık. Koc