Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Birinci Elden Satılık Cep Telefonu

Uzun yıllar benimle beraber bir cep telefonum var. Adı cep olsa da hiç elimden düşürmediğim bir el telefonudur. Nereye gitmişsem beni gölgem gibi takip etti. Yatarken bile başucumdan ayırmadım. Tüm ayrılığımız komodin ile yatak mesafesi kadardır. Kendisiyle kah sanal takıldım kah bloğuma girerek yazı yazdım. Ödemelerimi buradan yaptım. İnternet haberlerini okudum. Girecek bir yer bulamamışsam satranç oynadım. Yapacak hiçbir şey kalmamışsa arayıp soran, mesaj gönderen var mı diye ara ara bakıp durdum. Pek arayan olmasa da cuma mesajlarıyla doldu taştı telefonumun belleği. Ben sildim, dostlarım ve cumaseverler göndermeye devam etti. Elim yorulup bir yere koymam gerektiğinde başım üstünde yeri var dedim. Başıma koyamazdım. Gözümün önünde dursun diye masamın üstüne koydum. Çok kullanmaktan pek şarj dayandırmaz oldu. Şarjı bitip kapanıverse dünyadan kopuk bir dünyalı olup çıkıveriyorum. Bu benim hayatımın sonu demektir. Böyle bir talihsizliğe tahammülüm olamaz. Çünkü ha ölmüşüm ha tel

Ulusal Çıkar için Çiğ Tavuk Yenir

Testi pozitif çıktığı halde semptom göstermeyenlerin hasta sayısına dahil edilmediğini söyleyen Sayın Koca, hakkında yapılan eleştirilere "Halkın sağlığı kadar ulusal çıkarları da düşünmek zorundayız" cevabını vermiş. Bakan haklı burada. Çünkü söz konusu ulusal çıkar olunca gerisi teferruattır.  Bu durumda Bakana bir kırgınlığımı ifade etmek istiyorum: Madem ulusal çıkarları gözeteceğiz. Öyleyse günlük 2000'e yakın bir hasta sayısını kamuoyuna niçin duyuruyoruz? Günlük hasta sayısını sıfır gösterelim. Olsun bitsin. Ulusal çıkar ancak böyle gözetilir.  Günlük verilen hasta rakam sayıları, ulusal çıkarları az gözettiğimiz anlamına gelir. Bu da vatanseverlikle bağdaşmaz. Hatta bu durumda günlük test yapmaya da gerek yok. Hastayım, bana test yapın diye gelenlere "Ne testi? Maşallah turp gibisin" deyip geri gönderelim. Bakın bakalım, ortada korona mı kalır. Böylece Ulusal çıkara dört dörtlük hizmet edilmiş olur.  Aynı vatanseverliği ve ulusa hizmet etmeyi TÜİK'de

Ekranların Gediklileri *

Ne zaman Türkiye gündeminde ne var ne yok, bir bakayım deyip haber kanallarını bir gezinsem, belli başlı kanalların tartışma programlarına bir göz atarım. Gündem, konu ne olursa olsun her kanalın konukları gün be gün genelde aynı kişiler. Sanırsın ki kanalın demirbaşları ya da o konunun emsali olmayan uzmanları. İster akademisyen ister siyasi, ister gazeteci, ister hukukçu, ister hekim vs olsun genelde hepsi aynı kişilerden oluşuyor. Bu aynı kişiler o kanaldan bu kanala arzı endam edip duruyorlar. Gören de ülkede adam kıtlığı var, bunları o konunun vazgeçilmez tek uzmanları sanır. Hangisinin yüzünü görsen konuşmaya başlamadan ne konuşacağını, neyi ve kimi savunacağını, fikrinin ve zikrinin ne olduğunu bilirsin. Pek azı hariç hepsi tarafgirdir. Kimin; hangi partinin, hangi zihniyetin adına geldiği bellidir. Bu ekran müdavimleri kendi görüşlerini arz etmekten ziyade içlerine sinsin veya sinmesin kimin adına konuşacaklarını; neyi, nasıl konuşacaklarını çok iyi bilirler. Çünkü görevleri b

Camilerimiz ve Mescid-i Nebi -2 *

Mescid-i Nebi'nin işleviyle ilgili bu iki değerlendirmenin ardından günümüz camilerinin işlevine gelmek istiyorum. Günümüz camilerini peygamber mescidi ile kıyasladığımızda işlev yönünden derin uçurumların olduğu görülecektir. Mescid-i Nebi tabir yerinde ise hemen hemen her iş ve eylem için çok amaçlı salon gibi kullanılmış. Devletin ve halkın nabzı burada atmış. Günümüz camilerinin ise yaz döneminde iki ay çocukların cüz/Kur'an öğretimini saymazsak sadece namaz kılmaya hasredilmiş olduğu görülecektir. Mescid-i Nebi neredeyse günün 24 saati mesai yaparken günümüz camileri her bir vakti yarım saat mesai sayarsak günlük 2,5 saat bir mesai yapmaktadır.  Mescid-i Nebi ile günümüz camilerini kıyaslamamı garip görebilir, M. Nebi'nin gördüğü işlevi bugün başka kurumlar yerine getiriyor diyebilirsiniz. Haklısınız. Çünkü günümüzde birçok şey profesyonelleşmiş ve diğer kurumlar eliyle yürütülmektedir. Mescid-i Nebi'nin geçmiş işlevinin çoğunu bugün camilerimizde deruhte etmem

Camilerimiz ve Mescid-i Nebi -1 *

1-7 Ekim tarihleri ülkemizde her yıl "Camiler ve Din Görevlileri Haftası" olarak idrak edilmektedir. Haftaya dair Diyanet “Cami ve İlim” temasını seçmiştir. Ben de bu yazımı camilere ayırmak istiyorum. Cami denince aklımıza ilk Mescidi Nebi gelir. Günümüz camilerine dair söz söylemeden önce Kubâ  Mescidinden sonra yapımında peygamberimizin de bizzat bedenen çalıştığı Mescidi Nebi'nin işlevi üzerine kendimden bir şey katmadan iki değerlendirmeye yer vermek istiyorum:  "İslamiyet’in ilk dönemlerinde cami, sosyal hayatın merkezi konumundaydı ve çeşitli sosyokültürel faaliyetler gerçekleştiriliyordu. Cami içerisinde şiir ve edebiyat yarışmaları , nikah merasimi gibi bir çok kültürel etkinlik düzenlenirdi. Kütüphaneler, kitapçı, dükkanları ve okuma evleri genellikle camilerin etrafında inşa ediliyor ve cami çevresi bir nevi bir kültür yuvasına dönüştürülüyordu. Caminin girişinde eğitim-öğretim için ayrılmış olan üzeri hurma dalları ve yaprakları ile örtülü suffe ol

Kırmızı Dalga *

Kavşaklar ve kavşaklarda bulunan trafik lambaları, hayatımızın bir parçası ve olmazsa olmazımızdır. Özellikle trafik lambaları, araç trafiğinde oluşabilecek keşmekeşliğin önüne geçmektedir. Bazı ışıklar zaruretten yerli yerinde konmuş ve trafik akışına katkı sağlarken bazıları trafiği tıkamak için konmuş izlenimi veriyor.  Trafik lambaları önemli bir işlev görse de bazı yollarda ışıktan dolayı uzun kuyruklar oluşabilmektedir. Bunun önüne geçebilmek amacıyla belediyeler, sürücülerin ışıklara takılmadan yoluna devam edebilmesi için trafiğin yoğun ve yeri uygun yerlere alt ve üst geçitler yapmaktadır. Böylece sürücüler, ışığa takılmadan ve zaman kaybetmeden menziline daha çabuk varabiliyorlar. Konya'dan örnek verirsek, İstanbul Yolu gibi. Alt ve üst geçit yapılmayan/yapılamayan bazı yollarda özellikle Adana Çevre Yolunda, Fetih ve Ahmet Özcan Caddelerinde ve Nalçacı gibi yerlerde "yeşil dalga" planlaması uygulamak suretiyle sürücülerin kırmızı ışığa yakalanmamasına katkı

Fiyatlar Normal Değil *

90 öncesinden 2002 yıllarına kadar bol enflasyonlu bir ekonomi hayatı yaşadık. Paramız bol sıfırlıydı. Hayat pahalılığı iliklerimize kadar işlemişti. Bugün aldığımız bir ürünü yarın aynı fiyata alamazdık. Bir ürünü bugün alan yarın alana göre daha kârlıydı. Bereketli ve hesaplı olsun diye toz şekeri çuvalla, deterjanı fazlaca alırdık. Bir beyaz eşya taksitine girmişsek o borç ödeninceye kadar ikinci bir beyaz eşya alamazdık. Bazı yerlerde kiralık evler Mark veya Dolarla verilir olmuştu. Alım gücü iyice düşen vatandaş ay sonunu güç bela getirirdi. Hatırladığım kadarıyla 94 ve 2001 yılında iki büyük devalüasyona maruz kaldık. Paramız iyice pul olmuştu. Devlet, personelinin maaşını ödemede zorlandı. 2002'den sonra enflasyonla mücadele çerçevesinde paramızdan 6 sıfır atıldı. 2007'de bir ekonomik kriz olsa da vatandaş bu krizden pek etkilenmedi. Zira bizi teğet geçti. Ülkede tek başına bir iktidarın olması, ülkeye çok miktarda sıcak paranın girmesi, hükümetin mali politikadan tav