Ana içeriğe atla

Camilerimiz ve Mescid-i Nebi -2 *


Mescid-i Nebi'nin işleviyle ilgili bu iki değerlendirmenin ardından günümüz camilerinin işlevine gelmek istiyorum. Günümüz camilerini peygamber mescidi ile kıyasladığımızda işlev yönünden derin uçurumların olduğu görülecektir. Mescid-i Nebi tabir yerinde ise hemen hemen her iş ve eylem için çok amaçlı salon gibi kullanılmış. Devletin ve halkın nabzı burada atmış. Günümüz camilerinin ise yaz döneminde iki ay çocukların cüz/Kur'an öğretimini saymazsak sadece namaz kılmaya hasredilmiş olduğu görülecektir. Mescid-i Nebi neredeyse günün 24 saati mesai yaparken günümüz camileri her bir vakti yarım saat mesai sayarsak günlük 2,5 saat bir mesai yapmaktadır. 
Mescid-i Nebi ile günümüz camilerini kıyaslamamı garip görebilir, M. Nebi'nin gördüğü işlevi bugün başka kurumlar yerine getiriyor diyebilirsiniz. Haklısınız. Çünkü günümüzde birçok şey profesyonelleşmiş ve diğer kurumlar eliyle yürütülmektedir. Mescid-i Nebi'nin geçmiş işlevinin çoğunu bugün camilerimizde deruhte etmemiz mümkün değil. Ben de günümüz camileri aynı işlevi yerine getirsin demiyorum. Ama camileri sadece namaz kılınan yer olarak tahsis etmeye ve cemaatle kılınan namaza hapsetmeye de gönlüm razı değil. Bu mekanları yeniden toplumun nabzının attığı yerler haline getirebilir, insanları buralara çekebiliriz. Namaz dışında pekala zamanın ruhuna uygun etkinliklere yer verilebilir. 
Okullarda her türlü etkinliğin yapıldığı çok amaçlı salonları vardır. Burası okulların eli, ayağı, gözü ve kulağıdır. Çok amaçlı salonu olan okul, diğer okullara göre çok şanslı sayılır. Günümüz camilerinin de tıpkı okullardaki çok amaçlı salon gibi çok yönlü bir işleve sahip olması çok yerinde olur kanaatindeyim.
Camileri çok amaçlı kullanmak için cami görevlileri ve cemaat buna hazır mı? Maalesef bazı din görevlisinin ve bir kısım cemaatin buna hazır olmadığını söyleyebilirim. Bu konuda iki örnek vermek istiyorum:
6.sınıf öğrencilerine derste her bir namazın kılınışını teorik olarak anlattım. Dersimiz müsait olursa hem camide bir ders işleriz hem de pratik olarak namazın kılınışını hatta bir vakit namazını da cemaatle kılarız dedim. Çocuklarda camiye gideceğiz coşkusu görülmeye değerdi. Her teneffüste beni gören öğrenci yanıma yaklaştı: Öğretmenim, camiye ne zaman gideceğiz, sorusunu sordu. Derse girince hakeza aynı istekle muhatap oldum. Bir hafta öncesinden camiye gideceğimiz saati belirledim. Abdestli gelirseniz zaman kazanırız. Kız öğrenciler, yanlarında başörtüsü getirirlerse iyi olur dedim. Girdiğim tüm sınıfları camiye götürdüm. Abdesti olmayan öğrenciler caminin şadırvanında abdestlerini aldılar. Önce şadırvan, minare, minber, mihrap, kürsü, müezzinlik hangisi, ne işe yarar, onları tanıttım. Çocuklar, hocam! Minbere çıkabilir miyiz dedim. Sırayla çıktılar. Caminin üst katını da merak etmişler. Oraya da birlikte çıktık. Camideki yazılardan bahsettim. Ardından dersimizi işledik. Kılacağımız namazın nasıl kılınacağını özetle bir kez daha anlattım. Sonra namaz kılmak istemeyenler kenara geçip bizi izleyebilirler dedim. Birkaç öğrenci kenara geçtiler. Erkekler ön safta, kızlar arkada saf tuttular. Sünnetleri kıldıktan sonra ben imam oldum, öğrencilerden biri de müezzinlik yaptı. Dersin bitiminde camiden çıkarken öğrencilerden bazıları, caminin içindeki su sebilinden su içip içemeyeceklerini sordular. İçebilirsiniz, dedim. Ardından okula geçtik. Ertesi günü cami görevlisi yine bir öğrenci grubu ile camide ders işledikten ve camiden ayrılırken yanıma yaklaştı: “Hocam, öğrencileri camiye getirmeniz güzel. Getirebilirsin. Yalnız dün çocuklar içeriden su içmişler. Pet bardakları gelişigüzel koymuşlar. Bundan sonra öğrenciler içeriden su içmesinler, olmaz mı” dedi. Tamam hocam. Bir daha içirmem dedim. Bir daha da öğrencileri camiye götürmedim. İmamın suyu kıskanmasına kırıldım gerçekten. Üç beş öğrencinin pet bardağı düzgün koymaması da mesele edinilmemeliydi bence. Bana pekala, “Hocam, çocukların eğitilmesi için kullandıkları pet bardaklarını kirli yere koymalarını bir hatırlatırsan memnun olurum” deseydi daha yerinde olurdu. Gelip geçen içsin diye camiye konan bir sebile bile yasak koyan bu din görevlisi, camide diğer etkinliklere yer verir mi? Sizin insafınıza bırakıyorum.
Bir diğer örnek: Tarihi bir beldemizde ikindi namazını kılmak için camiye girdim. Dışarıda gezip dolaşanlar çok olmasına rağmen imamın dışında dört cemaat vardık. Namazı kılıp çıktım. Çıkışta kapıya yapıştırılmış bir uyarı dikkatimi çekti: “Cami İçerisinde Gelinlikle Fotoğraf Çekimi Yapmayınız!” uyarısı. Bu uyarı da benim garibime gitti. Gelin ve damadın en mutlu günlerinde bu anlarını ölümsüzleştirmek için camiye gelip fotoğraf çektirmelerinde ne sakınca olabilir? Bence hiçbir sakınca olmaz. Sadece cemaatle namaz kılınırken bir sınırlama getirilebilir. Bunun yolu da cami girişine bu yasak uyarısını yazmak olmamalı diye düşünüyorum. Camide gelinin gelinlikle foto çekimine izin vermeyen bir görevli, diğer etkinliklere sıcak bakar mı? Bu kafayla maalesef makul göreceğini sanmıyorum.
Hasılı camilerimizi çok fonksiyonlu kullanmak için önce bazı din görevlilerini ve cemaate gelenleri eğitmekle işe başlamak gerektiğini düşünüyorum. 
Camiler haftası münasebetiyle camilerimizin yeniden çok yönlü bir işleve dönüşmesi en büyük temennimdir. Özellikle cami ve ilim temasından hareketle camileri ilim yuvasına dönüştürmek birinci önceliğimiz olmalıdır.

*03/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde