Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Okul Sıraları *

Ne zaman bir okula gidip sınıflara girsem yaptığım ilk şey, temiz sıra bulabilir miyim diye okul sıralarına bakmak olur. Sıraların her birine tek tek göz atarım. Hangi muhitin, hangi okulu olursa olsun temiz sıra bulmak mümkün değil. Karalanmış, çizilmiş, yazılmış ve yontulmuştur.  Kim mi yapıyor bu işi? Öğrenciler elbet! Yapan belli mi? Değil elbet! Yani faili meçhuldür. Okul ikili öğretim yapıyorsa bu karalama ve yontma işini sabahçılara göre öğlenciler, öğlencilere göre sabahçılar yapmıştır. Okul normal öğretim yapıyorsa sıraları karalayan önceki yılların öğrencisidir. İster ikili ister normal öğretim yapan öğrenci olsun, içlerinden bir tanesi kalkıp "Öğretmenim! Bu işi ben yaptım" dese kalkıp alnından öpeceğim. İşin garibi karalı, yontulmuş ve yazılı sıralarla eğitim ve öğretim yapmayı kanıksadık iyice. Çünkü böylesi sıralara ne öğretmen ne okul idarecisi bir şey diyor. Devlet derseniz "Bunu yapan çocuktur, problem değil. Benden yeter ki sıra istesin

Whatsapp Müdürü Olmak İstemez miydiniz?

—Kardeş! Gel seni okul müdürü yapalım, istemez misin? —İsterim istemeye fakat müdürlük yapmak hele okul müdürlüğü zor iş. Her şeyden önce sorumluluk ister. Öğrenci, veli ve öğretmenin sorumluluğu var. Ben yapamam. —Niye yapamayacaksın ki? —Koca bir eğitim ordusu bana emanet edilecek. Ben bu emaneti üstlenemem. Başkası yapsın. —Yapıyor birileri zaten. Kimi tam hakkını veriyor kimi ise altında eziliyor. Daha doğrusu okullar, bazılarının elinde murdar oluyor. Okullar onu taşıyor. Bence sende bu sorumluluk duygusu varken evelallah yaparsın. —Olmaz dedim, yapamam. —Hayret bir şey! Whatsapp müdürlüğü de mi yapamazsın? —O nasıl bir şey? —Okulu whatsapp aracılığıyla yönetirsin tıpkı Trump'ın Twitter'dan ülkesini ve diğer ülkeleri yönettiği gibi. —Haydi oldum. Mesela? —Oturursun koltuğa. Ne diyeceğini öğretmenlerine whatsapp aracılığıyla duyurur, emirler yağdırırsın. Bunun için okulda bulunup koltuğu işgal etmene bile gerek yok. Bu yol ile evinde, çarşı-pazarda ve t

Ara Tatilli Çalışma Takvimi ***

Milli Eğitim Bakanı 2019-2020 yılından itibaren nisan ve kasım aylarında birer haftalık ara tatilleri yürürlüğe koymaya hazırlanıyor. Bu takvime göre okullar eylül ayında bir hafta erken açılacak, bir hafta geç kapanacak. Bu demektir ki eğitim ve öğretimde kısalma ve tatili uzatma söz konusu değil. Bakanlığın aldığı bu ara tatil kararı yerinde bir karar. Öğrencilere moral ve motive vereceğini düşünüyorum. Önümüzdeki yıl yürürlüğe girecek bu uygulamanın olumlu yönü kadar  aksayan yönü de mutlaka olacaktır. Öyle zannediyorum bu ara tatiller, çalışan bazı anne ve babaları memnun etmeyecek ve kara kara düşündürecektir. Niçin derseniz? Halihazırda ikili eğitim ve öğretim yapan okullarda çocuğu olan çalışan bazı ebeveynler çocuğunu okul dışında etüt merkezlerine gönderiyor. Diyebilirsiniz ki veli çocuğuna takviye aldırıyor. Takviyeden ziyade veliler çocuğunu koruyup gözetmesi için etüt merkezlerine yazdırıyor. Nereden mi biliyorum? Bazı velilerle görüştüğümde çocuğu çok erkenden etüt

Bir Paranoya Durumunu mu Yaşıyoruz?

Paranoya TDK'ya göre "Abartılı gurur, kuşku, güvensizlik, bencillikle belli olan bir ruh hastalığı" imiş. Fransızca'dan dilimize geçmiş tıbbi bir terim.  Kelimenin ifade ettiği anlamlara baktığımızda paranoyasız günümüz geçmiyor sanki. Haddinden fazla gurur çoğumuzda var, kuşku hakeza. Güvensizlik vücudumuzdan bir parça sanki! Adeta beş duyu organlarımızdan biri olmuş. Bencillikle birlikte ortaya çıkan bu hastalık, maalesef çoğumuzda teşhisi konmamış bir şekilde kendimizi normal görerek bizde yaşamaya devam ediyor. Toplumsal huzursuzluğumuzun temelinde belki de bu paranoya durumumuz yatıyor. Bu hastalığın tıpta tedavisi var mı bilmiyorum ama bildiğim toplum olarak paranoyak hali üzereyiz. Özellikle kuşku ve güvensizliğin zirvesini yaşıyoruz. Paranoya durumumuzun emareleri  nelerdir derseniz; gördüğümüz, konuştuğumuz herkese şüphe ile bakıyoruz. Kolay kolay kimseye güvenmiyoruz. Gündemle ilgili geçer akçe ne ise onunla yatıp onunla kalkıyor, oluşturulan algı

Dosta Karşı Görevlerimiz *

Dost, arkadaş, sevdiğimiz adına ne dersek diyelim bu kişilere karşı görevlerimiz vardır.  Görevlerimizin başında dostun kederli ve mutlu anlarında yanında yer almak, üzüntü ve sevincini paylaşmak gelir. Ne zaman bir sıkıntısı olsa yettim arkadaşım deyip imdadına koşmak ve derdini dert bilip derdine ortak olmak lazım. Mutlu olduğu zamanlarda hakeza yanında yer alıp mutluluğuna ortak olmak gerekir. Çünkü üzüntüler paylaşıldıkça azalır, mutluluklar paylaşıldıkça artar. Dosta karşı görevlerimizden biri de işinde ve yaptıklarında dosta destek olmaktır. Çünkü dosta işinde destek olmak ona büyük moral verir, işinde onu motive eder. Bizim verdiğimiz enerji ile kendisinin enerjisi birleşerek bir sinerji oluşturur. Bu sinerji yeni başarılar getirir. Bu başarıda pay çorbada az veya çok tuzu olan herkese aittir. Tek kişiye mal edilemez. Bunun adı ben başardım değil, birlikte başardık olur. Kim kendine mal ederse ekip ruhuna önem vermemiş ve kendisini ön plana çıkarmış olur. Bu, birileri

Güneş ve Ay ***

Güneş ve Ay, Allah'ın ayetlerindendir. (Fussilet 37) Her biri kendi yörüngesinde yüzüp gitmektedir. (Yasin 40) Yine Güneş ve Ay bir hesaba göre hareket etmektedir. (Rahman 5) Bizler zamanla ilgili hesap işlerimizi de Güneş ve Aya göre yapmaktayız. Ramazanın başlangıç ve bitişini ve dini bayramlara kavuşmayı yeni aya(hilal) göre yaparız. Bir oruç terimleri olan sahur, imsak ve iftarı güneşe göre yapmaktayız. Hasılı Güneş ve Ay, Allah'ın kendilerine verdiği görevi bıkmadan usanmadan yerine getirmeye devam ediyor. Kıyamet kopana kadar da bu görevlerini ifa edecekler. O zaman sorun ne diyebilirsiniz. Aslında sorun yok. Sorun benim gibi sorun arayanlarda. Hele bir de şimdiki gibi gündüzü uzun ramazanlarda oruç tutuyorsanız güneşin batışını hem merak hem de dert edinirsiniz. Mübarek, ne zaman ramazan ayı gelse iki taraflı bizi kıskaca alır. Alır başını gider. Ne imsak ilk başladığımız anda durur ne de iftar yerinde sayar. Rahmet ayı ramazanda imsak, biraz tolerans tanıyıp güneşi

Kucaklayıcı Dil Olmazsa Olmazımız Olmalı

Kucaklayıcı dili bırakalı çok oldu. Herkese kızıp bağırıyor, ayar veriyor, had bildiriyoruz. Adam alınır, kırılırmış, bu insanların da onuru varmış diye bir düşüncemiz kalmadı.  Bir iyi yönümüz var, belki de en adil yönümüz bu. Kızıp bağırma konusunda kimseye ayrım yapmadık. Kim bizden kopup gitmişse, kim bize küsmüşse, kim bize itaat etmemişse, kim bizi eleştirmişse daha doğrusu kim suyumuzu bulandırmışsa nasibini aldı. Bu adam döner dolaşır, yarın bize geri gelir ya da biz onlara muhtaç oluruz diye bir derdimiz hiç olmadı. Niye olsun ki sevenimiz çok nasılsa. Elimizi sallasak ellisi birden gelir. Bazısı çekip gitse ne kaybederiz ki? Sonra kimin, ne haddine bizi eleştirmek! Biz her şeyin en doğrusunu ve en iyisini yaparız. Biz daha önce kimsenin yapmadıklarını yaptık. Biz olmazsak memleketi bilmem ne götürür, millet açlıktan ölürdü. Kadir kıymet bilmeyenlerin kafasına vura vura anlatmak lazım yaptıklarımızı. Baktık anlamıyorlar mı? Gerekirse nankör ilan ederiz. Daha önce biziml