Ana içeriğe atla

Dosta Karşı Görevlerimiz *


Dost, arkadaş, sevdiğimiz adına ne dersek diyelim bu kişilere karşı görevlerimiz vardır. 

Görevlerimizin başında dostun kederli ve mutlu anlarında yanında yer almak, üzüntü ve sevincini paylaşmak gelir. Ne zaman bir sıkıntısı olsa yettim arkadaşım deyip imdadına koşmak ve derdini dert bilip derdine ortak olmak lazım. Mutlu olduğu zamanlarda hakeza yanında yer alıp mutluluğuna ortak olmak gerekir. Çünkü üzüntüler paylaşıldıkça azalır, mutluluklar paylaşıldıkça artar.

Dosta karşı görevlerimizden biri de işinde ve yaptıklarında dosta destek olmaktır. Çünkü dosta işinde destek olmak ona büyük moral verir, işinde onu motive eder. Bizim verdiğimiz enerji ile kendisinin enerjisi birleşerek bir sinerji oluşturur. Bu sinerji yeni başarılar getirir. Bu başarıda pay çorbada az veya çok tuzu olan herkese aittir. Tek kişiye mal edilemez. Bunun adı ben başardım değil, birlikte başardık olur. Kim kendine mal ederse ekip ruhuna önem vermemiş ve kendisini ön plana çıkarmış olur. Bu, birilerinin omzuna çıkarak yükselen ama bu yükselmeyi, omuz veren isimsiz kahramanlarda değil, kerameti kendinden menkul bilme psikolojisidir.

Bir diğer görevimiz dostun fikrini, zikrini, yaptıklarını ve yapmak istediklerini başka platformlarda savunmaktır. Gönüllü elçiliktir bu. Dosta menfaatsiz destek olmaktır. 

Bir başka görevimiz, dost hata ve yanlış yaptığında onu uyarmaktır. Bu görev, dosta karşı yapılan en önemli görevdir. Dostun hatasını görmemek veya görmezden gelmek dosta yapılan en büyük kötülüktür. Hatta ihanettir. Çünkü dost dediğin yüze konuşur, gerekirse acı konuşur. Böylesi durumlarda gerçek dost, dostuyla kıyasıya mücadele eder. Onu huyundan, suyundan ve gelmekte olan tehlikeden vazgeçirmeye çalışır. Dostu eleştiriye gelmese de bunu yapar. Çünkü gerçek dost böyle yerlerde belli olur.

İyi ve kötü gününde yanında yer aldığımız, destek olduğumuz dost, yalpa yapmaya başlayınca karşısına dikilip gerçeği haykırmaz isek dost mevzi kaybetmeye, patinaj yapmaya ve kendini tekrarlamaya başlar. Böylesi durumlarda hata yapan dostun başına gelebilecek en büyük tehlike hatasını görmemesi veya hatayı kendinde bilmemesidir. Dost böyle yerlerde kendini gösterir. Göstere göstere hatayı dostuna gösterecek. Gerekirse Hz Ömer'e sahabinin "Seni şu kılıcımla düzeltirim" dediği gibi babayiğitlik yapacak dostlar gerekli. Bunu yapacak kaç gerçek dost vardır bugün? Maalesef bir elin parmaklarını geçmez. Belki de bundandır nice dostlukların arasına kara kediler giriyor, nice sevdiklerimiz kaybediliyor.

* 22/05/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde