Ana içeriğe atla

Okul Sıraları *

Ne zaman bir okula gidip sınıflara girsem yaptığım ilk şey, temiz sıra bulabilir miyim diye okul sıralarına bakmak olur. Sıraların her birine tek tek göz atarım. Hangi muhitin, hangi okulu olursa olsun temiz sıra bulmak mümkün değil. Karalanmış, çizilmiş, yazılmış ve yontulmuştur. 
Kim mi yapıyor bu işi? Öğrenciler elbet! Yapan belli mi? Değil elbet! Yani faili meçhuldür. Okul ikili öğretim yapıyorsa bu karalama ve yontma işini sabahçılara göre öğlenciler, öğlencilere göre sabahçılar yapmıştır. Okul normal öğretim yapıyorsa sıraları karalayan önceki yılların öğrencisidir. İster ikili ister normal öğretim yapan öğrenci olsun, içlerinden bir tanesi kalkıp "Öğretmenim! Bu işi ben yaptım" dese kalkıp alnından öpeceğim.


İşin garibi karalı, yontulmuş ve yazılı sıralarla eğitim ve öğretim yapmayı kanıksadık iyice. Çünkü böylesi sıralara ne öğretmen ne okul idarecisi bir şey diyor. Devlet derseniz "Bunu yapan çocuktur, problem değil. Benden yeter ki sıra istesinler, ben yine veririm" bonkörlüğü içerisinde. Sanki cebinden mi çıkıyor? Ne yaptın bu sıraları demiyor. Senin benim vergimle sıraları bir güzel yeniliyor. Yeter ki çocuğun psikolojisi bozulmasın. Velilere "Şu gördüğünüz sıraları maalesef çocuklarınız bu hale getirdi" deseniz hiçbir veli üzerine almaz. Çünkü onlara göre çocukları böyle bir şeyi asla yapmaz.

Sıralara istediği şekilde desen veren, kendi babasının mülkü gibi kullanan öğrenciler konusunda veliler haklı. Çünkü hiçbir çocuk evindeki çalışma masasını karalamaz ve yontmaz. Bunu bilen veli, çocuğunun okulda da karalamayacağını düşünür. Kimse üzerine almasa da orta yerde bir gerçek var. Devlet tarafından tertemiz verilen sıralar kısa bir süre içinde öğrencilerin elinde deneme tahtası olup çıkıyor.


Bu konuda ne yapılabilir? Bence eğitim ve öğretimde istendik davranışların öğrenciler üzerinde oluşmasını istiyorsak ilk önce okul sıralarından işe başlamamız gerekiyor. Çünkü daha küçük yaşta yapılan bu işin kamu malına zarar verdiği bilinci oluşturulamazsa bu çocuk, her türlü kötülüğü ileride yapma potansiyelini bünyesinde taşımaya devam edecektir. Yeter ki eline fırsat geçsin. Bu demektir ki devletin malı sıralar sahipsiz. Sahipsiz olduğu için sıralar  hoyratça kullanılmaya devam ediyor.
Bu durumda yapılması gereken, sene başında öğrenci hangi sıraya oturacaksa ve bu sırayı kaç kişi ortak kullanacaksa bu sıraların öğrencilere daha doğrusu velilerine zimmetlenmesi gerekiyor. Sırada insan elinden kaynaklanan biz çizik oluşmuşsa bedelinin veliden tahsil edilmesi şartı konmalıdır. Tekrarında öğrencinin örgün eğitim dışına çıkarılarak öğrenimine açıktan devam etmesi sağlanmalıdır. Bu yaptırım işe yarar diye düşünüyorum.

Önce sıraları kurtaralım. Ardından eğitim ve öğretimi düşünelim.

* 18/05/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde