Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Vergi mükellefinin böylesi

Meslektaşlarının özel ders verdiğini haber alan bizim uyanık, sanal aleme “……… dersten özel ders verilir. Özel ders almak isteyenler aşağıdaki numarayı arasın.” Şeklinde bir de ilan verir. Bir ay boyunca özel ders alacak birinden telefon bekleyen öğretmeni bilinmeyen bir numara arar: “Özel ders veriyor musunuz” diye. Bizimki sevinçten dört köşe olmuştur. İlk müşterim oldu. Arkası da gelir diye.  Arayan kişi vergi memurudur. “Maliyeye bir uğrayın” sözüyle bizimkisi daha iş yapmadan ne yaptığının farkına varır. Ama iş işten geçmiştir. Ertesi günü maliyeden emekli amcasının selamıyla maliyeye gider. Selamı alan görevli önce tutanağı tutar. Sonra da bir tane muhasebeci bul. Sen vergi mükellefisin. Vergi levhası çıkart. Muhasebeciler bu işi bilir” der. Ertesi günü  babasının tanıdığı bir muhasebeciye gider. Vergi levhası çıkartır. Bizim devlet memuru artık bir vergi mükellefidir. Tanıdık muhasebeci, tutanak üzerinden hareketle 657’ye tabi devlet memurunu ilan verdiği tarih olan 1

Muayenede 2.sıradayım

1999-2000 yıllarıydı. Kahta’da muayene olmak için erkenden hastaneye gittim. Keyfime diyecek yoktu. Çünkü 2.sırayı almıştım. İşim erkenden bitecekti. İçerisi iyice kalabalıklaştı. Ama olsun. Nasılsa sıram vardı.  Saat 10.00 oldu.  Hastalar girmeye başladı. Benim polikliniğe 8-10 kişi girdi. Muayene olan çıktı. Ben bekliyorum ismim okunacak diye. Bir türlü okunmuyordu. İçeri sordum niye çağırmıyorsunuz diye. “Bekleyin sıradan çağıracağız” dediler. Ben bekleye durayım. Kimse çağrılmadan giren girdi. Çıkan çıktı. Bir iki kaynağı anladım da bu kadar da olmaz ki dedim kendi kendime. O kadar girip çıkana tahammül ettikten sonra, “Ramazan kendini ezdirme, hakkını da yedirme, şu ana kadar geçen geçti. Madem içerdekiler torpil yapıp görevlerini yapmıyor. Sen de kapıya geleni içeri alma” dedim.  Baktım bir polis, yanında 16-17 yaşında bir kız çocuğunun elinden tutmuş içeriye girecek. Fırsat bu fırsat Ramazan. Az önce bir karar aldın. Kalk kararının arkasında dur. Bahtına da polis çıktı ama ols

Ders almak

1981 yılında orta 2. Sınıf öğrencisiyim. Yanıma sınıf arkadaşım Yusuf geldi. Beni çekti kenara. Sana bir şey söyleyeceğim dedi: “ Falan yerde değerli  bir hoca efendi çıkmış. 12 Eylül  ihtilalini yapan Evren Paşa, tutuklayıp gelmesi için bir polisi görevlendirmiş. Polis tutuklamak için hoca efendinin makamına gelmiş, tam eşikten geçerken sendeleyip yere düşmüş. 2-3 defa tekrar denemiş her defasında ayağı sürçüp yere düşmüş. Sonra, ‘Hocam ben seni tutuklamak için gelmiştim. Fakat yanına gelemedim. Her defasında yere yıkıldım. Şu andan itibaren polisliği bırakıyorum. Bundan sonra sana hizmet için burada kalacağım.’ Demiş.” Sadece bu değil. Başka bir şey daha anlatayım: “ Hoca efendiye  bağlı bir genç, bir kızın peşinden gider. Tam kızla yüz yüze gelip konuşacağı zaman hocası gözünün önüne gelir. Yaptığı işten mahcup olan genç, kızla konuşmadan geri döner. İşte arkadaşım bu hoca, derin bir hoca. Haberin olsun.” Dedi. “ Yusuf, böyle derin bir hocayı kaçırmayalım. Fakat biz öğrenciyiz. Pa

Belki de çocuğumu o sahte öğretmene verecektim

-Ben de Görmüştüm Bir Zamanlar sahte Öğretmen- 2001 yılında Adıyaman’da görev yaparken meslektaşlarımın ısrarı üzerine izcilik belgesi almak için ilçemizde açılan bir izcilik kursuna katılmıştım. Çok sıkı ve ciddi bir eğitime tabi tutulduktan ve belgeyi almaya hak kazandıktan sonra kursiyerlerle beraber otobüsle Şanlıurfa'ya gittik. Seyahat esnasında “Herkes anı, şiir, fıkra, şarkı vb şeyler söylesin” dendi. Kimi gönüllü kalktı, konuştu, kimi ısrar üzerine kalktı bir şeyler söyledi. Ben de bir fıkra ile çorbada tuzum olsun diyerek kalkıp otobüsün önüne geldim. Elime mikrofonu aldım: “Arkadaşlar, öbür dünyada her milletten Cehennemlik olanları ayrı ayrı çukurlara doldurmuşlar. Kaçmasınlar diye her çukurun başına ikişer Zebaniyi bekçi olarak koymuşlar. Türklerin çukurunun başına hiç nöbetçi koymamışlar. Diğer milletler, “Ya Rabbi! Her milletin başında Zebani var. Türklerin başında yok. Ama haksızlık bu” demişler. Allah, “Haksızlık falan yok. Türklerden biri çukurdan kaçmaya

“Adam mısın Sen?”

1996-1997 yılları olsa gerek. Konya'da bir hastaneye gittim. Sabahın erken saatinde sıramı aldım. Şikayetimi dinleyen doktor röntgen çektirmemi ve kan tahlili yaptırmamı istedi. Röntgen merkezi ve kan laboratuvarı iki farklı yerdeydi. Hangisine varsam diğeri geri kalacaktı. Önce röntgene gittim. Kalabalık mı kalabalık. Acaba bana ne zaman sıra gelirdi. 15’er kişiyi aynı anda çağırıyorlardı. Ben hangi 15’er kişilik grupta çağrılacak idim. Kendimi iyi biliyorum. Beklersem ismim okunmaz. Ayrılırsam ismim okunurdu. Bana ne zaman sıra gelir diye görevliye sormak istedim. Etrafı kalabalıktı. Sonra vazgeçtim. En iyisi kan tahlili için varıp geleyim dedim. 10-15 dakika içerisinde tekrar geri geldim. Kapıdaki görevliye, benim ismim okundu mu, bakar mısın dedim. “Bende kağıt yok, ismini okuyup olmayanların kağıdını geri verdim. Git röntgen kayda sor” dedi. Görevliye sordum “Ben de ismin yok” dedi. Hastane koridorunun duvarına yaslanarak ayakta beklemeye koyuldum. Acaba ismim ne

"Onlar bedavacı"

1993 yılında Gaziantep’ten Konya’ya gelmek için otobüse bindim. Pencere tarafına oturdum. Az sonra yanıma bir beyefendi oturdu. Oturduktan sonra doğru yere oturup oturmadığımı sordu. Biletime baktım. Koridor tarafıymış benimki. Kalkmak için davrandım değişmek için. Problem yok oturabilirsin dedi. Pencere-koridor taraftaki koltuğun hesabını  yapan yol arkadaşım görüntüsünden de çok ciddi birine benziyordu. Ben pek ciddiyeti sevmezdim.  Adam hırlı mı hırsız mı, kimdir, nedir, necidir bilmem gerekiyor. Otobüsün ışıklarını da söndürdüler, gazete de okuyamam zaten. Sordum kendisine, -Yolculuk nereye? -Ordu'ya gideceğim. -Oralı mısınız? -Hayır, Antepliyim. -Ordu'da ne işiniz var? -Orada doktorum ben. .....İlçesinde -Ne doktorusunuz? -Beyin cerrahiyim. -Güzel bir bölümünüz varmış. -Öyle. Siz ne iş yaparsınız? -Öğretmenim Nizip'de -Memleket? -Konyalıyım ben. Ciddi ve cins biri olarak algıladığım doktorun hoşsohbet biri olduğunu görünce içim ısındı hemen. Yolculuk d

Salavat (lar) la doğan çocuğum

2002 yılında Adana’da son numaranın doğumu için resmi bir doğum evine gitmeye karar verdik. Yeni gittiğim bu yerde kimimiz kimsemiz olmadığı için uzaktan tanıdığımız bir hanımefendiye eşimin yanında refakatçi olması için ricada bulunduk. Sağ olsun kabul etti. Doğum aşamasında belki para lazım olur diye refakatçiye 50.00 TL verdim harcaması için. Ben hastanenin dışında bekliyorum. Doğumun olup olmadığını öğrenmek için ara sıra kapıcının yanına varıyorum. Ağzından duyduğum tek cümle: “Yukarı çıkmak yasak.” Dışarıda bekleyenlerden öğrendiğime göre yukarı çıkmanın bir bedeli varmış. Bir kilo Antep fıstığı alırsan çıkılırmış. Başka türlü de olmazmış. Antep fıstığının bir kilosunu hiçbir arada görmemiştim. Ama çıkmam gerekiyorsa belki de alacaktım. Halen o durumda değilim. Nice sonra doğumun olduğu ve beni çağırdıklarını haber aldım. Kapıcının yanına vardım. Benden bir şey istemedi. Ya acıdı, ya da bundan bir şey çıkmaz diye düşündü kim bilir? Yukarı çıktım. Karşıda çocuğumu sarmış