Ana içeriğe atla

Muayenede 2.sıradayım

1999-2000 yıllarıydı. Kahta’da muayene olmak için erkenden hastaneye gittim. Keyfime diyecek yoktu. Çünkü 2.sırayı almıştım. İşim erkenden bitecekti. İçerisi iyice kalabalıklaştı. Ama olsun. Nasılsa sıram vardı.

 Saat 10.00 oldu.  Hastalar girmeye başladı. Benim polikliniğe 8-10 kişi girdi. Muayene olan çıktı. Ben bekliyorum ismim okunacak diye. Bir türlü okunmuyordu. İçeri sordum niye çağırmıyorsunuz diye. “Bekleyin sıradan çağıracağız” dediler. Ben bekleye durayım. Kimse çağrılmadan giren girdi. Çıkan çıktı. Bir iki kaynağı anladım da bu kadar da olmaz ki dedim kendi kendime. O kadar girip çıkana tahammül ettikten sonra, “Ramazan kendini ezdirme, hakkını da yedirme, şu ana kadar geçen geçti. Madem içerdekiler torpil yapıp görevlerini yapmıyor. Sen de kapıya geleni içeri alma” dedim.  Baktım bir polis, yanında 16-17 yaşında bir kız çocuğunun elinden tutmuş içeriye girecek. Fırsat bu fırsat Ramazan. Az önce bir karar aldın. Kalk kararının arkasında dur. Bahtına da polis çıktı ama olsun. Koyduğun kuralı hemen çiğneme dedim ayağa kalktım. İçeri girmeye çalışan polise,
 -Nereye giriyorsun kardeşim. Biz burada niye bekliyoruz. Niçin sıranı beklemiyorsun. Lütfen sıranı bekle.
-Arkadaş haklısın ama yapılacak bir şey yok. Benim girmem gerekiyor.
-Niyeymiş o, sizin özelliğiniz ne?
-Bu çocuk ilaç yutmuş. Onu getirdim. Ben bu hastanenin vukuat polisiyim. Bu benim görevim.
-Geçmiş olsun. Buyurun içeri.
Gördünüz mü bahtsızlığımı? O kadar kişinin girmesine sen tahammül et. Esas girmesi gereken acil vakayı engellemeye kalk. Sonunda polisten sonra beni de çağırdılar. Muayenemi oldum.

 Hastaneden çıkarken baktım. Az önce içeri girmesini engellemeye çalıştığım polis orada, kulübesinde. Eğildim, “Az önceki davranışımdan dolayı kusura bakma” dedim. “Önemli değil. Sen haklıydın. Ben olsam yerinde aynısını yapardım” dedi, vedalaşıp ayrıldım.

Bir muayenem daha böylece sona ermiş oldu. 10/01/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde