Ana içeriğe atla

Ders almak

1981 yılında orta 2. Sınıf öğrencisiyim. Yanıma sınıf arkadaşım Yusuf geldi. Beni çekti kenara. Sana bir şey söyleyeceğim dedi: “ Falan yerde değerli  bir hoca efendi çıkmış. 12 Eylül  ihtilalini yapan Evren Paşa, tutuklayıp gelmesi için bir polisi görevlendirmiş. Polis tutuklamak için hoca efendinin makamına gelmiş, tam eşikten geçerken sendeleyip yere düşmüş. 2-3 defa tekrar denemiş her defasında ayağı sürçüp yere düşmüş. Sonra, ‘Hocam ben seni tutuklamak için gelmiştim. Fakat yanına gelemedim. Her defasında yere yıkıldım. Şu andan itibaren polisliği bırakıyorum. Bundan sonra sana hizmet için burada kalacağım.’ Demiş.”

Sadece bu değil. Başka bir şey daha anlatayım: “ Hoca efendiye  bağlı bir genç, bir kızın peşinden gider. Tam kızla yüz yüze gelip konuşacağı zaman hocası gözünün önüne gelir. Yaptığı işten mahcup olan genç, kızla konuşmadan geri döner. İşte arkadaşım bu hoca, derin bir hoca. Haberin olsun.” Dedi. “ Yusuf, böyle derin bir hocayı kaçırmayalım. Fakat biz öğrenciyiz. Para- pulumuz yok. Oraya nasıl gideceğiz. Onun feyzinden nasıl faydalanacağız” deyince. “Konya'da temsilcisi var. Onun adına tövbe alıyormuş. Haydi gidelim” dedi.

Beraberce gittik. Arkadaşımı içeri aldılar. Beni ayrı bir odaya.  Önce tövbe almam gerekiyormuş. Bizim Yusuf tövbeliymiş demek ki.
Herkes dağıldıktan sonra beni küçük bir odaya aldılar. Beyaz saçlı, beyaz sakallı pîri fânî temsilci beni bekliyordu. Elini öptüm. Bana içinde grubun büyüklerinin isimlerinin olduğu bir liste verdiler. Namaz kılmadan önce bu listeye bakıp bunları gözünün önüne getireceksin dedi. Tövbe almadan önce akşamından, gusül abdesti alıp kimseyle konuşmadan istihareye yatacaksın. Gece rüyanda şu renkleri göreceksin dedi. Oradan çıktım. Kaldığım yurda geldim.
Kaldığım yurtta akşamleyin banyo yapma şansım yoktu. Çünkü yurtta banyo sabah namazından önce  açılırdı. Nöbetçi öğretmene banyoyu açar mısınız dedim. Olmaz dedi.

Ertesi günü iş başa düştü. Bir Cumartesi günü akşamı Kayalıpark'ta bulunan Mahkeme Hamamı'na gittim. Böylece ilk defa hamama gidip gusül abdesti almıştım. Yurda geldim benimle konuşmak ve beni konuşturmak  isteyenlere elimi dudağıma götürerek susun diyordum. Anlayanlar anladı. Anlamayanlardan kaçarak  yatağıma çıkıp yattım erkenden. Sabahında uyandığımda da herhangi bir renk gördüğümü hatırlamıyorum.

Her gün ders çıkışı yurda gitmeden tövbe almaya gittiğim yere gittim. Ders aldım. Bir iki ay gidip gelmem devam etti. Sonrasında da gidip gelmeyi bıraktım.  Benim ders almam da bu şekilde sona erdi. 10/01/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde