Ana içeriğe atla

Belki de çocuğumu o sahte öğretmene verecektim

-Ben de Görmüştüm Bir Zamanlar sahte Öğretmen-

2001 yılında Adıyaman’da görev yaparken meslektaşlarımın ısrarı üzerine izcilik belgesi almak için ilçemizde açılan bir izcilik kursuna katılmıştım. Çok sıkı ve ciddi bir eğitime tabi tutulduktan ve belgeyi almaya hak kazandıktan sonra kursiyerlerle beraber otobüsle Şanlıurfa'ya gittik.

Seyahat esnasında “Herkes anı, şiir, fıkra, şarkı vb şeyler söylesin” dendi. Kimi gönüllü kalktı, konuştu, kimi ısrar üzerine kalktı bir şeyler söyledi. Ben de bir fıkra ile çorbada tuzum olsun diyerek kalkıp otobüsün önüne geldim. Elime mikrofonu aldım:
“Arkadaşlar, öbür dünyada her milletten Cehennemlik olanları ayrı ayrı çukurlara doldurmuşlar. Kaçmasınlar diye her çukurun başına ikişer Zebaniyi bekçi olarak koymuşlar. Türklerin çukurunun başına hiç nöbetçi koymamışlar. Diğer milletler, “Ya Rabbi! Her milletin başında Zebani var. Türklerin başında yok. Ama haksızlık bu” demişler. Allah, “Haksızlık falan yok. Türklerden biri çukurdan kaçmaya çalışırsa aşağıdakiler ayağından çeker, çıkamazlar demiş” şeklinde bir fıkra anlattım. Fıkranın bitiminde dinleyenlerin gülmesi beklenir. Tam millet gülmeye başlamıştı ki, en arkada oturan, yeşil elbiseli bir meslektaşım –sandığım- hemşerim elini kaldırdı. “Hemşerim, fıkrana itiraz ediyorum. Biz Türkler asla haset etmeyiz, çekememezlik nedir bilmeyiz, bunlar uydurma” diyerek fıkramı anlatıp anlatacağıma pişman etti. Millet de gülmekten beter oldu. Hemşerimin hamasi duyguları kabarmıştı.     “ Hemşerim, anlattığım bir fıkra. Elbette uydurmadır. Her fıkra, insanları güldürürken düşündürmeyi amaçlar. Her millette az-çok haset ve çekememezlik vardır. Ben Türk olduğum için Türk dedim. Bir başkası, İngiliz der. Sen de Ermeni dersin, olur biter” dedim ve yerime oturdum.

O yılın Eylül ayında önce Adana’ya ardından da Konya’ya nakil oldum. Aradan 5-6 yıl geçti. Bir gün basında “Sahte öğretmen kayıplara karıştı” haberini okudum. Burası Türkiye dedim. Her meslekte sahtelikler olur. Milli Eğitim büyük bir camia. Aralarına sızılmıştır dedim. Sayfadan gözümü çevirirken resmi gözüme çarptı. Resim tanıdıktı. Adıyaman’da aynı ilçede çalıştığımız ve izcilik liderlik kursunda beraber kurs gördüğümüz ilkokul öğretmeni kursiyerden başkası değildi. Üstelik hemşerim olması hasebiyle zaman zaman da muhabbet etmiştik. Girişken bir yapısı vardı. Bizim kursumuzdaki başkanımızdı aynı zamanda. Kursu veren Ankara’dan gelen hocalarla da arası iyiydi. Her türlü organizasyonda baş rolde ve baş aktör idi. Üzerine giydiği yeşil elbiseden ve isim benzerliğinden dolayı o yıllarda aranan yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’a benzetilmiş ve  “Aranan yeşil bulundu” cümlesi  kursiyerler arasında espri konusu bile yapılır olmuştu.

Gazetelerin yazdığına göre, kendisi iki yıllık ön lisans mezunu birisi. Ağabeyi veya kardeşinin 4 yıllık diplomasına kendi fotoğrafını yapıştırır, kendi adını ve soyadını da yazar.  Kendisine mal ettiği diploma ile MEB’e sınıf öğretmeni olarak müracaat eder. İlk ataması Isparta’ya yapılır. Orada birkaç yıl çalıştıktan sonra zorunlu hizmetini yapmak üzere Adıyaman’a tayin olur ve orada çalışmaya devam eder. Sanırım toplamda 10 yıldan fazla öğretmenlik yapmıştır.

Sahte diplomayla sahte olarak başladığı öğretmenlik serüveni eşiyle arasının bozulmasıyla ortaya çıkar. Bir gece kimsenin haberi olmadan eşyasını, kiraladığı kamyona yükleyerek izini kaybettirir. Sonra yakalandı mı bilmiyorum. Ama dile kolay 10 yıl öğretmenlik. Sahte öğretmenliği 10 yıllık bir tecrübe kazanmıştı. Belki de iyi bir öğretmen olmuştu. Belki de gerçek öğretmen olanların eğitimi getirdiği noktayı beğenmedi. Ben bu halimle düzeltirim diye yola çıktı, kim bilir? İzcilikte beraber kurs görürken verdiği vatansever tavrı, iş yapma azmi beni kendisine hayran bırakmıştı. Orada biraz daha durmuş olsaydım belki de tercih sebebi olarak çocuğumu o öğretmene verecektim. Demek ki insanlar göründüğü gibi olmayabiliyor. Ya da kendilerini bu şekilde gizliyorlar.



Basında  sahte diplomalı 50-60 öğretmen tespit edildi haberini okuyunca 10 yıl önce tespit edilen sahte diplomalı tanıdığım aklıma geldi. İnşaallah yaptığıyla yüzleşmiştir. Yetkililer de atamalarda her türlü sahteliğin önüne geçecek tedbirleri almakla yükümlüdürler. Çünkü mevzu bahis olan çocuklarımızdır. 10/01/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde