Ana içeriğe atla

“Adam mısın Sen?”



1996-1997 yılları olsa gerek. Konya'da bir hastaneye gittim. Sabahın erken saatinde sıramı aldım.

Şikayetimi dinleyen doktor röntgen çektirmemi ve kan tahlili yaptırmamı istedi. Röntgen merkezi ve kan laboratuvarı iki farklı yerdeydi. Hangisine varsam diğeri geri kalacaktı. Önce röntgene gittim. Kalabalık mı kalabalık. Acaba bana ne zaman sıra gelirdi. 15’er kişiyi aynı anda çağırıyorlardı. Ben hangi 15’er kişilik grupta çağrılacak idim. Kendimi iyi biliyorum. Beklersem ismim okunmaz. Ayrılırsam ismim okunurdu. Bana ne zaman sıra gelir diye görevliye sormak istedim. Etrafı kalabalıktı. Sonra vazgeçtim.

En iyisi kan tahlili için varıp geleyim dedim. 10-15 dakika içerisinde tekrar geri geldim. Kapıdaki görevliye, benim ismim okundu mu, bakar mısın dedim. “Bende kağıt yok, ismini okuyup olmayanların kağıdını geri verdim. Git röntgen kayda sor” dedi. Görevliye sordum “Ben de ismin yok” dedi. Hastane koridorunun duvarına yaslanarak ayakta beklemeye koyuldum. Acaba ismim ne zaman okunacaktı. Nice 15’li grup çekim için çağrıldı. Benim ismimden ses seda yoktu. Birkaç defa ilk kayıt yerine vardıysam da “Burada kağıdın yok bekle çağırılırsın” dedi.

Öğleye doğru çektiren gitti. En son çağrılan birkaç kişinin içinde de ismim yoktu. Röntgen için ilk kayıt yapılan yere tekrar vardım. “Kardeş benim ismim okunmadı, kimse kalmadı. Son listede de benim ismim yok. Şu kenarlarına bir bakar mısın” dedim. Görevli yanına koyduğu bir kağıdı bana uzattı ve “Bu mu” dedi. İsmini görünce sevinen ben, “ Evet, bu benim” dedim. Ardından da, “ Kardeş, kaç defa yanına geldim, şuralara bir bak diye. Ama sen sağına soluna bakmadan, ismimi sormadan hep yok dedin. Değdi mi beni bu kadar beklettiğine? Adam mısın sen” diye ekledim. Bir hışımla röntgen çekilen yere gittim. Oradaki görevliye, kağıdımı verdim. Adam 2-4 lü gruplar halinde içeriye aldı. Beni bir türlü almadı içeriye. Tam bana sıra geldiğinde “İşim çıktı, sizin röntgeninizi arkadaşım çekecek” dedi gitti.

Arkadaşı geldi. Bir baktım. Gele gele “Adam mısın” dediğim adam. Şimdi yandın Ramazan! Adama adam mısın, dedin. Son 4 kişiye kaldın. Üstelik görevli gitti. Bunlar anlaşmış olmalı. Beni en son alacak, içeride kimse olmayacak, benim defterimi dürüp bana günümü gösterecek. Bakalım adam kimmiş gösterecek. Ben bunları düşünürken  adam beni içeri aldı. Dayağı yemeden adamın gönlünü alayım, insafa gelir, belki beni daha az döver dedim. “Arkadaş az önce sana sinirimden kızdım. Kusura bakma” deyince, “Önemli değil. Zaten ben adam değilim” dedi, mahcup bir şekilde. Başını kaldırmadan filmimi çekti. İşim bitti ayrıldım. 

Görevlinin nazik, kibar ve tepki vermeden sessizce röntgenimi çekmesi, beni mahcup etmişti. Keşke söylemeseydim... Ben hatamın o da hatasının farkına vardı. 

Sonuçları 14.00’de alacaktım. Saati gelince ismim okunmasıyla birlikte röntgenimi alıp muayene olduğum doktora gittim. "Tahlil gösterecekler, muayeneler bittikten sonra girecekler" ikazıyla beklemeye koyuldum. İşim neydi zaten. Belki de bu günler için yaratılmıştım. Nihayet 15.30’dan sonra tahlil sonucumu gösterebildim.

Bu anlattıklarım şimdiki nesle garip gelebilir: Hastaneden erkenden sıra alıp muayene olacaksın. İstenen tahlili verip sonucu öğleden sonra alacaksın. Öğleden sonra sonucu eline alıp doktoruna göstereceksin. Doktor göz ucuyla bakıp ”Hıı” diye kafa sallayıp hemen kendisinden ve eczacıdan başka kimsenin okuyamadığı reçetesini yazıp eczaneye gidip alacaksın. Bunları yaptın mı, savaştan çıkmış ve zafer kazanmış bir komutan edasıyla yürürdün. Bu durumda kim tutar seni.

Ya şimdi? Doktor röntgen odasına git diyor eline hiçbir şey vermeden. Vardığın zaman ekranda ismin görünüyor. Hemen filmini çekip yine eline siyah bir şey vermeden “Doktoruna git” diyorlar. Doktora varıyorsun. Sen gelmeden ekranına ya bakmıştır ya da hemen açıp bakıyor. Teşhisini koyuyor. Ben o simsiyah ne anlama geldiğini bilmediğim röntgenimi görmeden film çektirmiş der miyim kendime. Sıra beklemeyince de huzursuz olmamak elde değil. İnsan röntgenimi göstermez mi? Çocuk oyuncağı sanki. 10/01/2016


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde