Ana içeriğe atla

Salavat (lar) la doğan çocuğum



2002 yılında Adana’da son numaranın doğumu için resmi bir doğum evine gitmeye karar verdik.

Yeni gittiğim bu yerde kimimiz kimsemiz olmadığı için uzaktan tanıdığımız bir hanımefendiye eşimin yanında refakatçi olması için ricada bulunduk. Sağ olsun kabul etti.

Doğum aşamasında belki para lazım olur diye refakatçiye 50.00 TL verdim harcaması için. Ben hastanenin dışında bekliyorum. Doğumun olup olmadığını öğrenmek için ara sıra kapıcının yanına varıyorum. Ağzından duyduğum tek cümle: “Yukarı çıkmak yasak.” Dışarıda bekleyenlerden öğrendiğime göre yukarı çıkmanın bir bedeli varmış. Bir kilo Antep fıstığı alırsan çıkılırmış. Başka türlü de olmazmış. Antep fıstığının bir kilosunu hiçbir arada görmemiştim. Ama çıkmam gerekiyorsa belki de alacaktım. Halen o durumda değilim.

Nice sonra doğumun olduğu ve beni çağırdıklarını haber aldım. Kapıcının yanına vardım. Benden bir şey istemedi. Ya acıdı, ya da bundan bir şey çıkmaz diye düşündü kim bilir?

Yukarı çıktım. Karşıda çocuğumu sarmış sarmalamış bir şekilde kucağına almış sonradan ebe olduğunu öğrendiğim bir kişi Yüce bebeğin babasını çağırıyordu. Kapıda eşime refakatçi olan kadın: “Hocam senden para isteyecek, verme. Çünkü ben verdim. Haberin olsun” dedi. “Tamam” dedim.

Ebenin yanına vardım. “Ramazan Bey, gel çocuğuna bak. Besmele ve salavatla doğumu yaptırdık. Adını da Yunus Emre koyduk, ezanını da okuduk, haberin olsun.” Dedi. Çocuğuma baktım. Yeni doğan  gözleri açık sağa sola bakar mıydı? Öyleydi. Diğer çocuklarım doğduğunda gördüğüm zaman hep uyur halde görmüştüm. Anlaşılan bu çocuk da benim gibi meraklı biri olacak, ne varsa bu dünyada. Ben yıllardır bakıyorum. Çok merak edilecek de bir şey bulamamıştım; dert ve sıkıntıdan başka. Ama o meraklı bakışı hoşuma gitti. İçime sevgi düştü. Hoşçocuk diye ağzımdan çıktı.

Ebeye yaptıkları iyilik ve yardımseverliğinden dolayı teşekkür ettim. Ayrıldım.

Akşamında hanımı hastaneden taburcu ettiğimde “Sen çocuğu gösterdiğinde o ebeye para vermedin mi yoksa?” dedi. “Hayır, ne parası verecektim.” Dedim. “ Keşke verseydin. Çocuğu yanıma bir getirişi ve yatağa bırakışı  vardı. Nerdeyse atacaktı yere. Bir daha da yanıma uğramadı. Çocuğa da bakmadı. Çocuğun üstünü açık bıraktı." deyince işin vehametini anladım ama iş işten geçmişti.

Ebemiz besmeleyle doğumu yaptırmış, bize danışmadan adını  koymuş hem de ezan okuyarak. Ben ne iyiler var şu dünyada diye düşünürken meğersem derdi paraymış. Verseydim bu işin adı herhalde besmeleli rüşvet olacaktı. Sayın ebemiz bilseydi benim cebimde akrep olduğunu, bir de böyle şeylere sıcak bakmadığımı. Demek ki insan sarrafı değilmiş. Halbuki bana sorsaydı ben kendimi anlatırdım ona.

Refakatçimize teşekkür ederek evine bıraktık. Lazım olursa ara işlerde kullanılsın diye verdiğim 50 TL’nin ebe, hemşire, kapıcı ve hizmetlilere pay edildiğini de bu arada öğrenmiş oldum.

Bir hafta sonra refakatçimiz, eşimin  ziyaretine geldi. Dünyada ne iyi insanlar var dedim kendi kendime. Refakatçi evimizden ayrıldıktan sonra bağlı olduğu cemaatin dergisine bir yıllık abone yapıldığımı öğrendim. Derginin bir yıllık bedelini ödemek bana düştü.

Kadının görevi yeni abone yapmakmış. Ne kadar yeni üye bulursa grubunun içerisindeki statüsü de yükseliyormuş.

Onun statüsü yükseldi mi bilmem ama bana olan sıkıntısı bir yıl sürdü.

İlk işim hastanede konan Yunus Emre ismini değiştirmek oldu. 08/01/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde