Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Zoruma Gidiyor *

—Baba, sen eskiden çok sevdiğin üçü bir pakette, yulaflı bisküvi alırdın. Evde hiç eksik olmazdı. Ne oldu, sevmez mi oldun artık? Haliyle biz de nasiplenemez olduk.  —Sevmez olur muyum evlat. Eksikliğini her geçen gün daha çok hissediyorum.  —O zaman niye almıyorsun? Bak, yeni marketten geldin. Unutuyor musun yoksa?  —Yok evlat. Unutur muyum hiç. Az önce ve diğer gittiklerimde bisküvi reyonuna varıyorum. Elime de almadan bakıp bakıp hasretini gideriyorum.  —O zaman niye almıyorsun?  —Almıyorum değil, alamıyorum.  —Niye ki?  —Yanına varılmıyor da ondan.  —At ile deve mi sanki? Pahalı olsa ne kadar olur?  —5,25 gibi bir fiyata alıyordum daha bir iki ay önce. Geçen hafta üç harfliler adı verilen markete girdim. Fiyatı 8,50 olmuş. Annah, alınır mı bu fiyata dedim. Almadım. İkinci bir gidişimde geçen gördüğüm etiket yanlış olmalı, düzeltilmiştir dedim.  —Aynı duruyor mu fiyatı?  —Nerede? Keşke aynı fiyata kalsaydı. Yeniden fiyat güncellemesi yapılmış. Yeni fiyatı 10,90

Parti Kurmalısın *

— Şu kadar yıl çalışıp çabaladım. Hepsinde de başarılı oldum sayılır. Bunca yıl tecrübe edindim. Bu tecrübelerimi taçlandırmak istiyorum. Bana ne önerirsin, hangi alanda boy göstereyim? — Tecrübelerin hangi yönde ise o alana yönel. Hangisinde daha iyisin? — Hepsinde. — Özelliklerinden biraz bahsedebilir misin? — İyi bir laf cambazıyım. Dilim her tarafa döner. İyi bir hatibim. Kavgacıyım. Saldırır ve iyi savunma yaparım. Bugüne kadar kimse beni yenemedi. En beğendiğim yönüm, insanları ikna kabiliyetim var. Kitleleri ardımdan sürükleyecek kadar Allah vergisi lider özelliğim var. Nabza göre şerbet veririm. Konuşmayı çok severim. — Dini yönün nasıl? — Mükemmel. Tüm referanslarım dindir. İyi Kur’an okurum. Bildiğim baya ayet ve hadis var. Neden sordun? — Referans aldığın bu dini sosyal, siyasi ve ekonomi alanında kullanabilir misin? — Bu tam benim işim. Neden sordun? — O zaman siyasete atılmalısın. Çünkü bu vizyonunla bu alan tam sana göre. — Ama çok parti var. Çoğu da t

Yazmak mı İstiyorsun? (2)

(Dünden devam) —Anladığım kadarıyla sen içini dökmek ve halkın derdine tercüman olmak istiyorsun. Bence kendine tercüman ol, bildiklerini kendine sakla, içine at ve sır küpü gibi ol ya da yazdıklarını bilgisayara dök ve bu döktüklerini paylaşma. Bilgisayar senin sırdaşın olsun. Eski yazdıklarını döner döner okursun. Ne yazmışım be! Ta ne zaman demişim bunları dersin. Yok, bu beni kesmez diyorsan, bildiğim kadarıyla geniş bir evin var. Kimsenin olmadığı odalardan birine geç. Kapıyı, pencereyi kapat. Avazın çıktığı kadar bağır. Derdin ne ise bu odada, karşında birileri varmış gibi kendi kendine konuş. Burada, sesinin dışarıdan duyulmamasına dikkat edeceksin. Bunun için müziği sonuna kadar açmanda fayda var. Deşarj olduktan sonra kapıyı aç, insanların içine gir. Bugünlerimize ne kadar şükretsek azdır, de. —Biraz abartmıyor musun? —Ne abartması. Sana hayatı anlatıyorum. Sen bana abartıyorsun diyorsun. Mesela sen yaşadığımız ve etkisini her geçen gün hissettiğimiz hayat pahalılığından

Yazmak mı İstiyorsun? (1)

—Bir gazetede köşe yazarlığı yapmak istiyorum. Yazdıklarımı da sosyal medyada paylaşmayı düşünüyorum. Tecrübelerinden faydalanmak isterim. Ne önerirsin? —Estağfurullah. Benimki koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler misali bir yazarlık. Buna köşe doldurmaca da diyebiliriz. —Neyse ne. Sizi dinliyorum. —Hangi konuda yazmak istiyorsun? —Siyasi, ekonomik, sosyal, dini vs. diyebiliriz. Daha doğrusu gündeme dair güncel konulara değinmek isterim. Kısaca neyi dert ediniyorsam onu konu edineceğim. —Pek gündeme dair yazmasan iyi olur. Derdini yazarsan sadece dertlenirsin. —Niye ki? —Başlayınca görürsün. Bana kalırsa yazma ve paylaşma. Yok, illa yazıp çizeceğim diyorsan, etliye sütlüye karışmayan, havadan-sudan bahseden, renk vermeyen yazılar yaz ki kimsenin tepkisini çekme. Fincancı katırlarını ürkütme. Beğen veya beğenme, kimsenin düzenine çomak sokma. Mesela bamyanın faziletinden bahset. Zira bizim millet bamyayı sever. Sen de fazileti üzerine yazarsan, millet de

İlk Defa Biri Bana Hak Verdi *

Marketten kaçtım kaçtım. Ama bu kaçış nereye kadar. Elim mahkum ve ellerine düştüm. Alışveriş listesi ve acil ihtiyaçlar kabarınca marketin yolunu tuttum. Hiç sağa sola bakmadan kafama kazınan listeye göre hangi ürün nerede ise o tereklere gittim. Gördüğüm fiyat etiketlerine dönüp dönüp bir daha baktım. Sonunda aldım alacağımı.  Ödeme yapmak için kasaya geçtim. Baktım kasiyerler dahil kimse yok. Akşamın bu kalabalık saatinde kimse de olmaz mıydı? Geçip gidiyorum. Hiç şakam yok diye seslenince sırtı dönük bir kasiyer kızımız belirdi ve aramızda şu diyalog geçti: — A layım amca” — Kızım, almadan şu kapıdan geçip gideyim. — Olurdu amca. Niye olmasın. Sırtım da dönüktü üstelik. Ama siz çağırdınız. Ben de geldim. Fırsatı kaçırdınız.  Neyse, kaçan kaçtı artık. Ben koydum, kızımız okutup okutup önüme koydu. Aldıklarımı poşete yerleştirirken kasiyer: — Amca, indirimde peynirimiz var. Bundan bir tane alır mısın? 500 gramı 19.00 lira. — İstemez. — Niye amca? Bir tane alsaydın. F

Vergi Yerine Zam Koyalım

“ Padişahın biri ekonomik sıkıntılar yaşayan halkına yeni vergiler koyar ve vergileri artırır. Aradan bir müddet geçince sadrazamına, ‘Halkın arasında bir dolaş. Vergilere alışmışlar mı?’ şeklinde talimat verir. Sadrazam tebdili kıyafetle halkın arasında dolaşıp geldikten sonra padişahın huzuruna çıkar. ‘Padişahım, halkın suratı asık, canı da sıkılmış görünüyor ama işlerine devam ediyorlar’ raporunu verir. ‘O zaman sorun yok. Alışacaklar’ der padişah. Bir müddet sonra yine yeni vergiler artırılır. Padişah sadrazamına, halkın içerisine çıkıp izlenimlerini paylaşmasını tekrar ister. Halkın içini dolaşıp gelen sadrazam, ‘Padişahım, bu kez halkın suratları çok asık. Suratlarından düşen bin parça. Selam verince kavga edecek gibi yüzüne dik dik bakıyorlar. Sanırım bu son vergi çok geldi’ şeklinde açıklama yapar. Padişah ise ‘Merak etme. Önemli değil. Buna da alışacaklar’ der. Bir gün yine vergiler artırılır. Padişahın emri üzerine sadrazam halkın içerisine karışır ve şaşkınlığını padiş

Ali Dayı ve Oğlu

Mahallemizde Ali Dayının bir oğlu vardı. Mahalle onu sever. O da mahalleliyi severdi. Mahalle onun bir dediğini iki etmezdi. Öl dese ölürlerdi. Herkes şaşırır ve kıskanırdı bu Ali Dayının oğluna bu sevgi neden diye. Ama bir zaman gelmiş. Mahallede işler tersine gitmeye başlamış. Ali Dayı ile oğlu arasında şu diyalog geçmiş: — Oğlum, mahallemiz yangın yeri. Bir şeyler yap. — Ne yapayım ki bu durumda? — Ne yapacaksan yap artık. Elinde sermaye olarak ne silahın varsa onu sür. — Başka sermayem yok. — Gerçekten. — Aslında var bir tane.  — Nedir o? — Mahallelinin karşısına çıkıp konuşmak. — Sakın ha yapma bunu. Hazırında yangını körüklersin. Zaten elinde tek sermayen bu idi. Bunu da yıllar yılı tepe tepe kullandın. Zira laf ile peynir gemisi yürümez. Görüyorum ki deniz bitmiş, kum da bitmiş. Bu durumda yanarım da güzelim mahalleye ve sakinlerine yanarım. Artık bir ağlayanları da olmaz. Yazık oldu gerçekten. — Burada tüm suç benim mi? — Senin suçun kendine çok güvenmen. Mahallelinin suçu da s