Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Oluşumlarda ikinci lider niçin çıkmaz?

Bizdeki oluşumları lidere bağlı oluşumlar diye adlandırsak yanlış olmaz. Kolay kolay hiçbir hareket kurumsallaşmaz. O yüzden bizde hareketler lideriyle doğar, onunla gelişir, onunla mevta olur. Ölmese de can çekişir, marjinalleşir.  Sebebi, bizde hareketlerin kurumsallaşmamasının önündeki en büyük engel, hareketi doğuran ve geliştiren liderlerdir.  Etrafınıza bir bakın, Türkiye'nin yakın geçmişine bir göz atın. İster siyasi parti, ister STK, ister cemaat vb. olsun hiçbir oluşumda liderin yerine geçecek, onun makamını dolduracak, onun koltuğuna oturacak ikinci adam bulunmaz. Çünkü barındırılmaz ve yaşatılmaz. Niçin mi? Harekette, bünyesinde liderlik potansiyeli taşıyan donanımlı insanlara yer verilmez. Kazara çıkarsa da yaşatılmaz. Hep bir gün yerime geçer endişesi taşınır. O yüzden hareketin başındaki liderler ilk önce kendi yerini sağlamlaştırır. Kendisini vazgeçilmez olarak lanse eder veya ettirir. Kendisinden sonra tufan olduğu imajını verir, sindirmeye çalışır, öte

Hedef gösterme hastalığımız

Bu toplumun en belirgin özelliği, toptancı yaklaşımıdır. Ya süpürüp alır, ya da süpürüp atarız. Asla ortası olmaz. Ya nefret eder, ya da ölümüne severiz. Sevdiğimizin hatasını görmez, hayra yorarız. Nefret ettiğimizin durmadan hata ve kusurunu ararız. Köküne kadar fanatiğiz, bağnazız, ön yargılıyız. Çoğumuzun demokrat görünümü bizi aldatmasın. Eline imkanı geçiren farklı bir fikre zerre kadar tahammül göstermez. Tüm çabamız yaptığımızı manipüle etmektir. Algılar oluşturmaktır. Algılar üzerine yaşarız. Durmadan düşmanla yaşarız. Düşmanımız yoksa düşman üretiriz. Yaşamamız, varlığımız düşmanımızın olmasına bağlıdır. Yaptığımızı, yapacağımızı anlatmak ve yaşamaktan ziyade düşman bellediklerimizi kötüleyerek kendi varlığımızı idame ettiririz. Bu yolla taraftar kazanırız. Taraftarlarımızı kendimize bağlamak için düşmanla korkuturuz onları. “Ey iman edenler! Siz kendinize bakınız. Şayet siz doğru yoldaysanız size zarar veremezler…” ayetini unutarak. Futbol maçları gibidir bizim haya

Okullar yeniden not defterlerine dönse nasıl olur? *

Eskiden not defterleri vardı her öğretmenin elinde. Öğretmen hangi sınıflara giriyorsa öğrencileri ad, soyad ve numarasını dolma kalemle tek tek yazar veya yazdırır, defterin her bir sayfasını okulun mührüyle mühürler, en son sayfasına da "İşbu defter ...sahifeden ibarettir" yazar. Altına da okul müdürünün ismini yazarak imzalattırır ve  mühürletirdi. Öğrencilerin korkulu rüyasıydı bu not defterleri. Ders esnasında öğretmenin iç cebinde olurdu. Öğretmen eline aldı mı veya masanın üzerine koydu mu öğrencinin içi cız ederdi. Çünkü öğretmen ya sözlü yapacak, ya da notları okuyacaktı. Verdiği sözlüyü not defterine silinmez kalemle yazardı. Sonra değiştirmek istese de değiştiremez, yanlış yazsa da paraf yapamazdı. Çünkü silinti ve kazıntı olmazdı. İdam cezası veren hakimin kalemi gibiydi öğretmenin notu. Dünya bir araya gelse düzelttiremezdi. Karne haftasında öğrenci, veli veya okuldan biri aracı olarak teşekkür veya takdir için bir puan istese öğretmen notları verdiği

'Adli Kontrol Şartı' *

Toplumda infial yaratan menfur olaylar eksik olmuyor. Gün geçmiyor ki ekranlarda bu tür haberlere yer verilmemiş olsun. Televizyonların verdiği bu tür haberlerden sonra savcılık, olayla ilgili soruşturma açıyor, polis zanlıyı yakalamak için dört bir koldan operasyon üstüne operasyon yapıyor, güvenlik kameralarını ve mobese görüntülerini inceliyor, güç-bela zanlıyı yakalayıp adalete teslim ediyor. Zanlının yakalanma haberini duyar duymaz vatandaş seviniyor, suçluya en ağır cezası verilecek diye beklemeye koyuluyor. Bin bir uğraşla, günlerce uğraşılarak yakalanan zanlı, bir bakmışsın ki 'Adli Kontrol Şartı'yla salıverilmiş. Mağdur daha mahkemedeyken zanlı elini-kolunu sallayarak mahkeme koridorlarından çıkıp gidiyor. Mağdur, “Bu nasıl iş” diyerek arkasından bakakalıyor. Suçlu veya zanlının serbest bırakılması kamuoyunda bir infiale sebep olunca veya mağdurun veya savcının itirazı üzerine salıverilen zanlı için tekrar yakalama kararı çıkarılıyor, şahsı yakalamak için güvenli

Siyasetçiler halkı kutuplaştırıyor

Siyasi partiler demokrasi ile yönetilen ülkeler için vazgeçilmezdir. Bir fikrin, bir düşüncenin iktidar olması için insanların bir araya geldiği organize hareketlerdir bunlar. Hangi fikir ve düşüncede olurlarsa olsunlar siyaset, ülke yönetimine talip olanların kendilerini pazarladığı yer, siyasi arenadır. Kim kendini daha iyi anlatırsa bu ülkede söz sahibi olur. Önemli olan halkı ikna edebilmektir. Halktan kopuk yaşayanların, halka rağmen siyaset yapanların bu ülkede iktidara gelmesi, gelirse de tutunabilmesi mümkün değildir. Her siyasi parti iktidara gelmek için kurulur. Vatandaş kimine iktidar, kimine de muhalefet veya ana muhalefet görevi verir. İktidar nasıl önemliyse muhalefet etmek de önemlidir. Hele ana muhalefet olmak demek, iktidar adayımsın demektir.  Siyasi partiler iktidara gelmek için her yolu mubah görmemelidir. Siyasetin de, siyaset yapanların mutlaka siyasi etiği olmalıdır. Bir defa rakibini mat etmek için belden aşağı vurmamalı, rakibini küçümsememeli, mü

Güvendiğimiz dağlara karlar yağmaya devam ediyor hep ***

Ülkemizde birbirimizle ilişkimiz, alışverişimiz, tamir vb. işlerimiz genelde güven esasına dayalıdır. Bunun için tanıdık veya tanıdığın tanıdığını arar buluruz. Güvendik mi ölümüne güvenir, ölümüne gideriz yanına. Bir başka kapıya adım atmadığımız gibi başka yerden de kolay kolay fiyat sormayız. Gireriz tanıdığımızın yanına, bir taraftan bize ikram edilen çayımızı yudumlarken gözümüz kapalı alırız gerekli olan ve olmayanı. Bir taraftan da ortak tanıdıklarımızın muhabbetini yaparız. İş ödemeye gelince "Durumun müsait değilse sonra da alırız" şehir teklifi yapılır bazen. Çok hoşumuza gider bu teklif. Sonsuz güven gibi algılarız bu ilgiyi. Hele bir de "Efendim, başkasına şu fiyattan veriyorum, siz tanıdıktan öte aile dostumuzsunuz, size şu fiyattan yazdım" deyince moralimiz yerine gelir, zaten pazarlık bile yapamayız. Zira adı üzerinde tanıdık. pazarlık mı yapılır? Biz onu, o bizi tanıyor ne de olsa. Ödemeyi yapar çıkarız. Alışverişten çıktıktan sonra ödemenin

Çingene beyi, elinin kanıyla iyilik saçıyor!

Bulunduğu ilde yabancıydı ama hep baş tacı yapıldı. Görevlendirme formatörlük, görevlendirme müdürlük, görevlendirme şube müdürlüğünün ardından ilin merkez ilçe müdürlüğüne oturtuldu vekaleten. Ne de olsa ilde yabancı hayranlığı had safhadaydı. Hiçbir sınavı kazanıp gelmemişti ama olsun, oturduğu koltuğun hakkını vermeliydi. Çünkü hak etmeliydi her şeyden önce. Bunun için müdür olduğu ilçeye gitti göreve başlamak için sabah tam 08.00’de. Çünkü mesai 08.00’de başlıyordu. Yerine geldiği müdür ise daha ayrılmamış, personeli ile vedalaşmamıştı. Sabık müdür, “Sayın hocam, bir toparlanayım, personelimle bir toplantı yapıp vedalaşayım, bana akşama kadar biraz müsaade etseniz” deyince sevinci kursağında kalır. Halbuki ne de sevinmiş ve erkenden koltuğa oturup, ilk günün heyecanını atacaktı. Neyse şurada akşama ne kaldı? Gider, dolaşır gelirim, bugünlük boş geçirmişliğimi sonra telafi ederim” düşüncesiyle koltuğa oturmayı erteler. Bir gün, bir gün diyerek aynı gün göreve başlar. Ertesi